Adı Soyadı: Pier Paolo Pasolini
Doğum Tarihi: 5 Mart 1922, Bologna, Emilia-Romagna, İtalya
Ölüm Tarihi: 2 Kasım 1975, Osetya, Lazio, İtalya
Sanatın özünde muhalif olmak yatar. Aslında herkesin gözü önünde duran ama bir türlü fark edilemeyen gerçekleri görür, dile getirir sanatçı. Diğerlerinden bu nedenle farklıdır. Bu nedenle sevilir, hayran olunur ve bazen de yargılanır, hatta mahkum edilir.
İtalyan sinemasının ustalarından Pier Paolo Pasolini de böyle bir sanatçıydı. Her zaman haksızlıkların, baskıların, faşizmin, emperyalist düzenin,kültürel yozlaşmanın karşısında oldu. Gençlik yıllarından itibaren komünizmi benimsedi. Eşcinsellik onun en doğal seçimiydi ve bunu saklama gereğini asla duymadı.
İnançsızdı ama inancın insanlar üzerindeki etki onu fazlasıyla ilgilendirdi. Kimi filmlerinde Tanrı’ya hakaret ettiği iddiasıyla suçlandı, kimilerinde din propagandası yapmaktan mahkemeye verildi. Filmlerinde seksi ve şiddeti anlatımının önemli bir öğesi olarak kullanması her zaman başına bela oldu.
Pier Paolo Pasolini, 5 Mart 1922’de İtalya’nın Bologna bölgesinde, asker bir baba ile anaokulu öğretmeni bir annenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluk yılları aşırı baskıcı bir tutum içinde olan babası ve ‘’sevdiğim tek kadın’’ olarak nitelendirdiği annesinin bitmek bilmeyen kavgaları arasında geçti.
İlk şiirlerini henüz yedi yaşındayken yazmaya başladı ve 20 yaşında ilk şiir kitabı ‘’Casarca Şiirleri’’ni yayınladı. Şiirle başladığı edebiyat çalışmalarını romanla sürdürdü.40 yaşının arifesinde romanlarıyla çeşitli ödüllerin sahibi ve ülkesinin en tanınmış edebiyatçıları arasında yerini almıştı.
Pasolini, edebiyatın büyük dezavantajı ile yüzyüze hissediyordu kendini; bir ülkenin diline hapsolmak. Düşüncelerini sadece İtalyan’ların değil, tüm dünyanın anlayabileceği ortak bir dil ile anlatma isteği, onu sinema ile karşılaştırdı. İşe senaryo ile başladı.
1954 yılında yazdığı ilk senaryosu ‘La Donna dl Fiume ( Irmağın Kadınları) Mario Soldati tarafından filme alındı. Aynı dönemde İtalyan sinemasının ustalarından Fellini ile yolları kesişen Pasolini, Le Notti di Cabiria (Cabiria’nın Geceleri) ve La Dolce Vita (Tatlı Hayat) ile senaryo yazarlığının doruğuna ulaştı. Bir yandan da sinema dili üzerine düşünüyor, kuramsal yazılar yayınlıyordu. Nihayet 1961’de çektiği Accattone (Dilenci) ile yönetmenliğe başladı.
İnsanlık ve kültür tarihinin bütün imgelerinin, folklorik, mitolojik bütün birikimlerinin ilk bakışta eklektik bir yan yanalık görüntüsü verdiği Pasolini evreni, bir yönetmenden çok bir düşünür kimliğine yakın düşen ve kendi deyişiyle ‘’kutsal’’ kavramını yorumlama girişimleriyle döşenmiştir.’’
“Sinema benim için bir düştür. Estetizmin çeşitli öğeleriyle, ayık olarak gördüğüm bir düş.”
İlkelden’ başlayarak, insanlığın kültür ve din ( inanç ) tarihini bir göstergeler müzesi gibi değerlendiren Pasolini, bu göstergeler sistemi içinde gerçeklik ile gerçeküstü, ideoloji ile inanç, hayat ile onun her düzlemdeki imgeleri arasındaki ayrımı siler. Cinselliğin tabulaştırıldığı ikiyüzlü ahlakın temsilcisi burjuva toplumunun, Pasolini sinemasının saldırısı karşısında tek savunma refleksi, yasaklama ve sansür olmuştur.
Filmografisinin en sert, en tahammül edilmesi zor ve özünde en eleştirel filmi Salò o le 120 giornate di Sodoma (Salo- Sodom’un 120 Günü) Pasolini ‘nin son filmi oldu. Yüzyılın yaşadığı yüzyılın en önemli entellektüelleri arasında gösterilen sanatçı , Salò o le 120 giornate di Sodoma filminin galasından birkaç gün sonra 2 Kasım 1975 günü Cireceo kumsalında ,feci şekilde dövülmüş, cinsel organı ve anüsü parçalanmış, kafasının üzerinden otomobille geçilmiş olarak bulundu.
Her fırsatta onu karalamak için uğraşan muhafazakar kesim, onun basit bir aşk cinayetine kurban gittiğini iddia ederken, komünist kanat uslanmaz bir muhalif olan yönetmenin katli karşısında sessiz kaldı. Eşcinsel çevreler ise yaşananlara “tutku cinayeti” etiketinin yapıştırılmasından memnundu. Nihayetinde Pier Paolo Pasolini kendi saflarına almaktan gurur duyacakları bir üne sahipti. Yönetmeni yakından tanıyan sanatçı dostları ise, cinayetin ardında siyasal sebepler aradılar.
Pier Paolo Pasolini, her ne kadar bugün yaşamıyor olsa da, hala İtalya’nın dünyaya armağan ettiği en önemli sanatçı ve düşünürlerden biri. Kaldı ki, ‘’ Gül Biçimli Şiirler ‘’ adlı kitabından alınan şu dizelerde de olduğu gibi, gerçek bir sanatçıyı ancak ‘’anlaşılamamak’’ öldürebilir…
“Diri diri yakılan,
Bir kamyon lastiği altında ezilen
Çocuklar tarafından bir incir ağacına asılan
Ama hala alınacak yedi, sekiz canı bulunan
Bir kedi gibiyim.
Çünkü ölüm, Başkalarıyla iletişimde bulunamamak değil, Anlaşılamamaktır başka insanlar tarafından…”
Pier Paolo Pasolini’den özce şöyle bahsedilebilinir; ” 20.yüzyılın en önemli entellektüellerinden, en şaşırtıcı sanatçılarından biriydi.
Şair, romancı, eleştirmen, düşünür ve sinemacı olarak verdiği eserlerinde, Hıristiyanlıktan Marksizm’e, cinsel özgürlükten Freud’un kuramlarına kadar pek çok düşünceyi harmanlamaya, insan ruhunun özüne inmeye çalıştı. Vahşi bir cinayete kurban gittiğinde henüz 53 yaşındaydı ve elbette daha söyleyeceği çok sözü vardı.”
Pasolini’den Sözler :
“Kültürel bir çöl yaratılmışsa, orada her şey satılabilir. Çünkü çölde her şey mucize etkisi yapar.”
“Benim dinsel filmler yapmam, dini alet olarak kullanan bir topluma karşı protestodur aslında. Ben din propagandası yapmadığım gibi, Marksizm propagandası da yapmam. Sanatçı hiçbir zaman propagandacı değildir, olmamalıdır.”
“Bir ölçüde herkes zayıftır. Çünkü herkes kurbandır diyorum ben. Ve herkes suçludur da. Çünkü herkes katletme oyununa hazırdır. Alınan eğitim, ‘sahip olma, elinde tutma ve yok etme’ den ibarettir.”
“Sinemada hileleri ve yeniden kurumları sevmiyorum. Çünkü geçmiş yeniden kurulamaz. Benim için önemli olan bugün yaşanılan hayat içerisinde eskiye benzeyenleri bulup çıkarmak ve onlarla geçmiş arasındaki bağlantı kurmaktır.”
“Sinema benim için bir düştür. Estetizmin çeşitli öğeleriyle, ayık olarak gördüğüm bir düş.”
Filmografi:
- Salo / O le re 120 Giornate di Sodoma (1975) [Salo – Sodom’un 120 Günü]
- Il Fiore Delle Mille e Una Notte (1974) [Binbir Gece Masalları]
- Pasolini e… la forma della città (1974)
- Il Racconti di Canterbury (1972) [Canterbury Öyküleri]
- 12 dicembre (1972)
- Il Decameron (1971) [Decameron’un Aşk Öyküleri]
- Appunti per un’Orestiade africana (1970)
- Appunti per un romanzo dell’immondezza (1970)
- Medea (1969)
- Porcile (1969) [Domuz Ahırı]
- Amore e rabbia (1969) (“La sequenza del fiore di carta” bölümünde)
- Teorema (1968) [Teorem]
- Appunti per un film sull’India (1968) (TV)
- Capriccio all’italiana (1968) (“Che cosa sono le nuvole?” bölümünde)
- Edipo re (1967) [Kral Oidipus]
- Le streghe (1967) (“La Terra vista dalla luna” bölümünde)
- Uccelacci e Uccellini (1965) [Şahinler ve Serçeler]
- Sopralluoghi in Palestina per il vangelo secondo Matteo (1965)
- Comizi d’amore (1965)
- Il padre selvaggio (1965)
- Il Vangelo Secondo Matteo (1964) [Aziz Matta’ya Göre İncil]
- Le mura di Sana (1964)
- La rabbia (1963) (Birinci Bölüm)
- Ro.Go.Pa.G. (1963) (“La Ricotta” bölümünde)
- Mamma Roma (1962) [Roma Ana]
- Accattone (1961) [Dilenci]
Kaynak: Sinema Dergisi, Göstermenin Sorumluluğu (Artun Yeres)
3 yorum
Onu öldürenleri asla affetmeyeceğim. Sodom’un 120 günü filminden sonra asalak zihniyetler yüzünden ölmeseydi. Ölüm üçlemesini tamamlayacaktı. Hayat üçlemesinin tamamladığı gibi saygıyla eğinilmesi gereken yönetmenlerden…
Dahililke deliliğin birbirne karıştırıldığı bir çağın;estetik ve felsefeyi delice karıştıran insanlarından biriydi.YAZIK daha yapacağı çok eser vardı..Toprağı bol olsun.Kimbilir nasıl bir değişim yapacak ruhu…
Fasizmin amansiz dusmaniydi,bunu sanatiylaya yapiyordu…