I. Giriş
Her ne kadar LGBTİ + bireyler; kimi zaman yalnızca bir film karakteri olarak kimi zaman ise yönetmen, yapımcı, aktör/aktris olarak film endüstrisi bünyesinde yer edinmeye başlamış olsa dahi, bu etkileşimde üç majör sorun karşımıza çıkmaktadır. Birincil olarak; film endüstrisinde LGBTİ + odaklı anlatıların büyük bir çoğunluğu; tv kanallarının desteğini almış belgesellerden oluşmaktadır. Öte yandan; kısıtlı sayıdaki kurmaca anlatılarda LGBTİ + film karakterleri, çoğunlukla yan castta yer almaktadır. İkincil majör sorun ise; film endüstrisinde LGBTİ + aktör/aktristlere büyük ölçüde yine LGBTİ + karakterleri canlandırma kısıtının getirilmesidir. Öte yandan; çoğunlukla hetero yetişkin bir aktör/aktris LGBTİ+ film karakterleri rollerine de girebilmektedir. Nihai olarak ise; kurmaca anlatılarda LGBTİ + film karakterlerinin çoğunlukla, çocuklara yer vermeyerek, yetişkin olması ve cinsiyet kimliğinden ziyade cinsel yönelimlerin odakta olduğunun altını çizmek lazım. Bu durum da; ister istemez LGBTİ + şemsiyeti altnda bir eksik temsiliyet krizini de doğurmakta. Bahsi geçen sorunları alt üst eden bir film olarak Just Charlie/Sadece Charlie (2017) ile birlikte, 12 yaşındaki bir trans bireyin yaşamına tanık olacak izleyici. Teorik düzlemde; sırasıyla cinsiyet hoşnutsuzluğu ve trans cinsiyet kavramı ile Judith Butler ve Performatif Cinsiyet kavramına yer verilerek film analizine bir derinlik kazandırılacak olup son başlıkta da “hayatta futboldan daha önemli şeyler vardır” diyerek sözü Charlie’ye teslim etmiş olacağız.
II. Cinsiyet Hoşnutsuzluğu ve Trans-Cinsiyet Kavramları
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 2013 yılında yayımlamış olduğu DSM-5 Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı ile birlikte cinsel kimlik bozukluğu tabiri yerini cinsiyet hosnutsuzluğuna/disforisine bırakmıştır. Böylece; ruhsal bir bozukluk damgasından sıyrılarak tartışmanın ana ekseni; yalnızca iki cinsiyet kategorisini merkezine alan heteronormativite kavramı ve bu kapsamı aşan non-binary cinsiyet kavramı arasında gelişmeye başlamıştır.
Bireyin doğumuyla birlikte kendisine atanmış olan cinsiyet aslında yalnızca anatomik ve fizyolojik farklılıklara odaklı alınmış bir kararın neticesidir. Bilhassa; İkinci dalga feminist düşüncenin öncü isimlerinden Simone de Beauvoir’un; The Second Sex/İkinci Cinsiyet (1949) başlıklı sansasyonel eserinde sex/biyolojik/atanmış cinsiyet ve gender/cinsiyet kimliği arasında yapmış olduğu ayrımla cinsiyet kavramı üzerine sorgulamaları yeni bir boyuta taşımıştır. Beauvoir felsefesinin mottosu niteliğindeki o meşhur cümle: “Kadın doğulmaz, kadın olunur” ile de aslında bahsi geçen ayrımda kadınlığın toplumsal bir inşa sürecine tabi olduğuna refere edilmektedir. Burada unutulmaması gereken husus; Beauvoir feminizminin heteronormatif bir eksende tartışma geliştirdiğidir. Bir diğer değişle; male/erkek ve female/kadın olmak üzere binary/ikili cinsiyet kategorisinin etrafında kadınlık ve erkeklik inşaası hedef tahtasındadır. Elbette ki; alternatif cinsiyet tartışmaları daha sonrasında bilhassa üçüncü dalga feminizm içinde queer/kuir teorilerine yönelimlerle gittikçe çeşitlenecektir.
Kişinin, doğumu ile birlikte kendisine atanmış olan -biyolojik- cinsiyeti ile kendisini ait hissettiği cinsiyet kimliği arasındaki uyumsuzluk, kişide bir cinsiyet hoşnutsuzluğu /disforisi oluşturmaktadır. Henüz çocukluk yıllarında cinsiyet hoşnutsuzluğuna ilişkin emareler çoğunlukla kendini göstermektedir. Çoğunlukla; kişi, atanmış cinsiyetinin beraberinde getirdiği anatomik ve fizyolojik farklılıklardan kaynaklı bir anatomik nefret ile daimi bir mücadele içerisinde olmaktadır. Cinsel bir yönelimden ziyade aslında kişinin kendisine atanmış cinsiyeti dışındaki bir cinsiyete yahut cinsiyetlere olan bir aidiyet hissi dir asıl itici güç. Tam da bu noktada devreye giren gender expression/cinsiyet ifadeleri, kişinin aidiyet hissetiği cinsiyete ilişkin sosyo-kültürel bir çevre inşaasına refere etmektedir. Atanmış cinsiyeti erkek olan çocuklar; kız çocuğu ile özdeşleştirilmiş kıyafetleri, aksesuarları ve makyaj malzemelerini kullanmaya yönelmektedir. Aksi istikamette ise; atanmış cinsiyeti kız olan çocuklar; çoğunlukla kendisi ile özdeşleştirmek istediği tektip bir –erkek- kıyafeti giyinme eğilimde olurlar. Psiko-pedagojik gelişiminde çocuk için başat bir konumunda olan oyun da bir cinsiyet ifadesi olarak sil baştan inşa edilir hale gelir. Kimi zaman; bir evcilik oyununda anne olması beklenen atanmış cinsiyeti kız olan çocuk, baba olmayı tercih eder. Yahut; atanmış cinsiyeti erkek olan bir çocuk da ailenin genç kızı olmayı tercih edebilmektedir. Öte yandan; çocuk, çoğunlukla kendini ait hissettiği cinsiyetteki akranlarının oynadığı oynunları oynama eğiliminde olmaktadır. Bu durum ister istemez oyun arkadaşlarının da cinsiyet kimliği uyarınca seçilmesine yol açmaktadır.
Her ne kadar cinsiyet hoşnutsuzluğu kavramı transgender/trans-cinsiyet başlığı altında oldukça geniş bir yelpazedeki cinsiyet kimlikleri için temel itki olmuş olsa da; kamuoyu nezdinde çoğunlukla transseksüellik ile özdeşleştirilmiş durumdadır. Transeksüellik; temel itibariyle kişinin kendisini atanmış cinsiyetine ait hissetmeyerek farklı bir cinsiyet kimliğini benimsemesi durumudur. Atanmış cinsiyeti erkek olan fakat kadın cinsiyet kimliğini benimseyen kişiler trans kadın olarak adlandırılırken; atanmış cinsiyeti dişi olan fakat erkek cinsiyet kimliğini benimseyen kişiler ise trans erkek olarak adlandırılmaktadır. Öte yandan; pangender olarak kendilerini tanımlayan kişiler ise cinsiyet kimliği olarak ikili/binary kategorinin dışında kalarak kendilerini birden fazla sayıda cinsiyete ait hissetmektedirler. Nitekim; iki farklı cinsiyete de kendini ait hisseden bireyler -bigender/bicinsiyet- olduğu gibi; trigender/tricinsiyet olarak kendilerini tanımlayan bireyler ise erkek, kadın ve bu ikili/binary kategori dışında da bir kimlik olmak üzere toplamda üç cinsiyet kimliğine de kendilerini ait hissetmektedirler.
Nihai olarak; bilhassa transseksüeller nezdinde oldukça kritik bir yer teşkil eden cinsiyet onay mekanizmalarından bahsetmek gerek. Sosyal onay mekanizmasının bir parçası olarak; trans birey için atılması gereken ilk adım elbette isim değişikliği ve kendisi için kullanılmasını istediği zamirlere yönelik vurgudur. Hukuki onay mekanizmalarını da devreye sokarak trans birey ilgili resmi dökümanlarda da isim ve cinsiyet değişikliğine gidebilmektedir. Öte yandan; atanmış cinsiyetin hükümranlığını tamamen sona erdirmek adına trans bireyler, medikal onay mekanizmalarına sığınarak ergenlik baskılayıcı ilaçlar kullanmakta ve cinsiyet kimliği onaylayıcı tedavi ve tıbbi müdahalelere başvurmaktadır. Son raddede ise elbette cerrahi onay mekanizmalarının bir parçası olarak genital rekonstrüksiyon, yüz estetiği, ses teli ameliyatı, mastektomi ve histeroktomi gibi cinsiyet değiştirme ameliyatları devreye girmektedir.
III. Judith Butler ve Performatif Cinsiyet
Üçüncü dalga feminist düşüncenin kilit isimlerinden olan Butler, Gender Trouble/Cinsiyet Belası (1990) başlıklı eserinde cinsiyetin performatif özünü tartışmaya açmıştır. Fransız filozof Michel Foucault’nun Cinselliğin Tarihi (1976) başlıklı öncü çalışmasının izlerini süren Butler; modern sosyal yaşamı heteronormatif bir matrikse sıkıştırıldığının altını çiziyor. Post-yapısalcı bir refleksle; Butler, cinsiyetin kendisini belirli bir biçime uygun olarak tekrar eden eylemler bütünü olarak tanımlar. Aslına bakılırsa; Butler’ın bu cinsiyet tanımı, öncülü feminist düşünürlere göre bir hayli farklı bir noktada durmaktadır. Zira; Shulam ve Firestone gibi ikinci dalga feminist düşünürler phallus sahipliği odağında castration anxiety/iğdiş edilme anksiyetesi tartışmalarını psiko-sosyal bir zemine taşırken; aynı zamanda atanmış cinsiyete paralel olarak bir cinsiyet kimliği inşaasını vurgulamaktadır.
Butler ise; atanmış/biyolojik cinsiyetin yalnızca biyolojik bir makyajdan ibaret olduğunun altını çizer. Herhangi bir ayrıma gidilmeden başlı başına cinsiyet kavramının bir sosyo-kültürel inşa süreci olduğudur esas olan. Tıpkı Erving Goffmann’ın dramaturji yaklaşımında olduğu gibi; cinsiyet de benliğin majör bir parçası olarak dramaturjik bir eylemler bütünüdür. Her an her saniye canlıdır, dönüşebilir. Dolayısıyla; biyolojik cinsiyet, cinsiyet kimliği yahut cinsel yönelim gibi ayrımlar external genitalia/üreme organlarına sahipliğin otomatik sonuçları değildir. Beden, bir sonuçtur, sebep değil. Buna ilaveten; Butler, Freudyen melankoli kavramından hareketle heteroseksüel olarak kendini tanımlayan bireylerin de hem gender fluidity/cinsiyet geçişgenliğini hem de sexual orientation/cinsel yönelim değişikliğini her daim içlerinde taşıdıklarını ve bu durumunu bir homosexual melancholy/homoseksüel melankoli yarattığının altını çizmektedir.
Cinsiyet belası kitabına damga vuran drag queen örneği üzerinden Butler, cinsiyet kimliğinin bir iç hakikati olduğu yanılmasını gözler önüne sermektedir. Temel itibariyle; eğlence ve moda endüstrilerinde bir meslek grubu olarak drag queenlar; cinsiyet kimliklerinin taklide dayalı bir yapısı olduğunu da göstermektedir. Bir diğer değişle; draq queenlar en nihayetinde mevcut özne mefhumuna itiraz ederek; cinsiyetin her daim akışkan olduğunu ve bir öykünme olarak cinsiyetin stilize eylemler bütünü olarak inşa edildiğinin en nokta atış örneği olmuşlardır.
IV. Just Charlie (2017): Hayatta Futboldan Daha Önemli Şeyler Vardır!
Henüz 2011 yılında senarist Peter Machen ve yönetmen Rebekah Fortune arasındaki işbirliğinin ilk ürünü olarak Something Blue isimli kısa metrajlı film, anlatısı ile büyük bir sansasyon yaratmıştı. Temel itibariyle; cinsiyet hoşnutsuzluğundan muzdarip 12 yaşındaki Charlie’nin, ablasının düğün hazırlıkları sırasında, cinsiyet kimliğine ilişkin aldığı kararı aile üyeleri ile paylaşmaya çalıştığı bir gününe tanık oluyordu izleyici. Yirmi dakikalık bu görsel şölen; Just Charlie filminin bir prototipi niteliğinde adeta. Aradan geçen beş yılın ardından; Machen ve Fortune ikilisi; Sea Horse Films yapım şirketinden Karen Newman ile Something Blue isimli kısa filmlerinin uzun metraj haline getirmek noktasında anlaşır. Fortune ve Newman’ın bir seneyi aşkın çabalarına karşın BBC’den Just Charlie için prodüksiyon desteği sağlanamaz. Hal böyle olunca; filmin çekilmesi için öngörülen Staffordshire bölgesinin Tamworth kasabasında faaliyet gösteren irilili ufaklı bir çok firma ile irtibata geçerler. Büyük ölçüde hizmet sponsorluğu ve kısıtlı miktarda bir finansal destek elde edebilen ikili; inandıkları bu öykünün hayata geçebilmesi için en sonunda halkın desteğine başvurur.
Kitlesel bir fonlama sitesi olan Indiegogo üzerinden elde edilen desteklerle prodüksiyon bütçesindeki açık da kapatılarak süreç hız kazanır. Nottingham şehrinde düzenlenen The Television Workshop da yaklaşık 6 ay kadar sürecek olan cast süreci start alır. Toplamda dört aşamadan oluşan cast sürecinde transgender/trans-cinsiyet çocuklar başta olmak üzere yetenekli birçok genç isim de Charlie Lyndsay (14) rolü için amansız bir mücadeleye girmiş olur, böylece. Daha öncesinde; Steven Chobsky’nin yönetmenliğini üstlendiği Amerikan Tv draması Jericho’da bölüm oyuncusu olarak kendine yer bulabilen Harry Gilby; bu zorlu cast süreci sonunda ipi göğüsleyen isim olur. Gilby (14), ilk set gününe kadar yaklaşık üç haftalık bir zaman zarfında role hazırlanırken yönetmen Rebekah Fortune’un yönlendirmesiyle birçok transgender çocuk ve genç ile yüz yüze görüşür. Bilhassa; Gilby’nin bu görüşmelerde tanıştığı trans-erkek Ben (18)’in Charlie karakteri ile yaşadığı benzer süreçlerden edindiği deneyimleri kendisine oldukça yardımcı olmuş. Öte yandan; Eddie Redmayne’in The Danish Girl/Danimarkalı Kız filmindeki Einar Wegener karakteri ile sergilediği performans; Gilby için asıl referans kaynağı olmuştur. Kısıtlı bütçesinden dolayı prodüksiyon süreci de yirmi gün gibi görece kısa bir sürede tamamlanmış ve festival rotası çizilmeye başlanmıştır. Belirtmeden geçmemek gerekir ki; Gilby, Just Charlie filmindeki performansı ile 2017 yılında British Independent Film Awards/Britanya Bağımsız Film Ödülleri’nde Stranger Things’deki Eleven karakteriyle beğeni toplayan Millie Bobby Brown’ı geride bırakarak En İyi Gelecek Vadeden Aktör ödülüne layık görülmüştür.
Staffordshire bölgesinin Tomworth kasabasında yerel bir futbol kulübünde top koşturan yetenekli forvet oyuncusu Charlie Lyndsay (14), hem ailesinin hem de kasabanın medar-ı iftiharıdır. Kendisi gibi çok küçük yaşlarda; Oldham Atletic kulübü ile futbol hayatına adım atan babası Paul Lyndsay (Scot Williams) de; zamanla sergilediği performans ile Championship’de mücadele eden dev takımların radarına dahi girebilmiştir. Fakat; tam da transfer sezonu arifesinde yaşadığı talihsiz sakatlık ile birlikte Paul’un futbol macerası sona ermek zorunda kalmıştır. Paul, kendisinin sahip olamadıklarına oğlu Charlie’nin sahip olması gerektiği noktasında oldukça emindir. Nitekim; çok da geçmeden Charlie’nin futbol koçu Mick Doyle (Peter Machen), Manchester City scoutlarının Charlie’yi uzun süredir izlediklerini ve kulübün altyapı sorumlusunun Charlie ile bizzat görüşmek istediğini belirtir. Hal böyle olunca; Paul, Charlie’nin sunulacak teklifi hiç düşünmeden kabul etmesi gerektiği zira böyle bir fırsatın bir daha ayağına hiç gelemeyebileceğinden endişe etmektedir.
Cinsiyet hoşnutsuzluğundan/disforisinden muzdarip Charlie için ise bu teklif; hayati bir karar haline gelmektedir. Her futbol antremanı sonrası; soyunma odasında saatlerce ayna karşısında kendine bakan Charlie; ancak tüm takım arkadaşları ayrıldıktan sonra üstünü değiştirebilmektedir. Her antreman sonrasında kendisini otoparkta beklemekte olan babası Paul ise ne bahsi geçen duruma ilişkin bir duyum almış ne de kendisi bunu bir sorun olarak görmektedir. Takımın yıldızının en tabi hakkıdır zira en son çıkmak! Evde vaktinin büyük bir çoğunluğunu da Charlie ile birlikte konsol oyunu oynayarak geçiren Paul; Manchester City kulübünün altyapısından gelen teklif ertesinde Charlie’yi yeni kulübü ile kendisine karşı bir maç yapmaya davet eder. Fakat; Charlie; ödev yükünü öne sürerek kibarca reddeder. Henüz tatilden yeni gelen ablası Eve’i (Elinor Machen Fortune) ziyaret ederek poşetlerin içine tıkıştırdığı kıyafetlerini kendisinin boşaltabileceğini söyler. Charlie; ağzına kadar kıyafet dolu poşetleri odasına taşır. Aile üyelerinden çekinerek evin yakınlarındaki koruluğun kuytu bir köşesini kendine mesken tutar. Bu koruluk, Charlie için adeta kendi olabildiği bir nefeslenme alanı haline gelir zamanla. Cinsiyet ifadelerinin tipik bir örneği olarak; ait hissettiği cinsiyet ile özdeşleştirilmiş kıyafetleri giyer, aksesuarları takar, makyaj yapar. Fakat, başta aile üyeleri olmak üzere birçok yakını; Charlie’nin son dönemdeki değişken hareketlerinin de, dev teklifin üzerinde oluşturduğu strese bağlı olduğunu düşünür.
Bir öğle vakti; aile üyeleri Charlie’nin okuduğu okulun rehberlik servisinden gelen çağrı üzerine okula davet edilir. Hemen hemen Charlie’ye sunulan teklifin zamanlamasına paralel olarak; Charlie’nin birçok dersin ödevini teslim etmemeye başladığını öğrenirler. Lyndsay çifti, ilk defa; mevcut kariyer teklifinin yarattığı stres dışında Charlie’nin bir başka sorunu olabileceği üzerine düşünmeye başlar. Nitekim; ertesi gün Eve’in düğün hazırlıkları sırasında da Charlie smokin içinde adeta boğuluyormuş gibi görünmekte ve kendisinin fotoğrafının çekilmesinden rahatsızlık duymaktadır. Yakaladığı ilk fırsatta; boş bir odada gelinlikler arasında kendini kaybeder, topuklu ayakkabıları dener. Charlie’nin düşük suratı, ablası Eve’in onu daha sık takip etmesiyle sebep olur. Ve en nihayetinde; tam da kendi olduğu anda gelinlikler arasında topuklu ayakkabılarıyla Charlie, ablası Eve’e yakalanır. Ablası gülerek geçiştirse de artık Charlie’nin yaşadıklarına bir tanık ve en büyük destekçisi olarak Charlie’nin yanı başında yer alacaktır.
Senaryo kuramcısı Syd Field’in terminolojisiyle anlatıdaki birincil dönüm noktası ise öngörülebileceği üzere elbette Charlie’nin cinsiyet kimliğinin aile üyeleri tarafından deşifre ediliyor olması. Paul ve Susan (Patricia Potter) çifti, aile dostları Robson’lara akşam yemeğine davet edildiğinde Charlie gitmek istemez ve evde tek başına kalmayı tercih eder. Aile üyelerinin evden ayrıldığından emin olduktan sonra kendi olma ritüeli başlar. Banyoya girer. Tüylerini alır. Ablası Eve’in kullandığı duş jelini tepe tepe kullanır. Aynanın karşısına geçer, son kez kendi yüzünü uzun uzun inceler. Koruluğun içinde gizli saklı giydiği çiçekli elbisesini üstüne geçirir. Rujunu sürer. Tacını takar. Eve’in odasından aşırdığı parfümünden sıkar. İlk defa kendini bu kadar iyi hissetmektedir. Fakat tam da ailesine cinsiyet kimliğini söyleyebilmek için yeterli cesareti toplayabilmiş olsa da; akşam yemeğinden erken dönen babasına yaklanır ve nutku tutulur. Her ne kadar babasının neden bu halde olduğuna dair soru bombardımanına; “Bilmiyorum, açıklayamam” şeklinde cevap vermeye çalışsa da Charlie, babasının şiddet eyleminden kaçamaz. Tartışma daha da setleşmeden anne Susan, Charlie’nin imdadına yetişir. Charlie göz yaşları içerisinde ilk kez aile üyelerine cinsiyet hoşnutsuzluğunu şu sözlerle açıklar: “Ben tuhaf değilim. Eve gibi olmalıydım. Ben bir kız olmalıydım, hep öyle hissettim kendimi”. Bu cümlelerin ardından babası Paul ise Charlie’nin atanmış cinsiyetine vurgu yaparak hislerin artık önemini yitirdiğini ve büyüdüğünün altını çiziyor.
Her ne kadar Charlie, annesinin iteklemesiyle yaşananlardan dolayı babasından zoraki bir özür dilemiş olsa da; aile üyeleri Charlie’nin içerisinde bulunmuş olduğu durumunu vehametini anatomik nefretinin bir yansıması olarak Charlie’nin penisini makas ile kesme girişimi ile ancak kabul etmeye başlar. Yaşananların ardından başta ablası Eve olmak üzere aile üyeleri, cinsiyet hoşnutsuzluğundan muzdarip çocuk ve gençlere destek sağlayan Mermaids topluluğu ile iletişime geçer ve babası Paul haricinde tüm aile üyelerinin desteğiyle Charlie’nin kendi olma süreci resmiyete taşınır. İlk onay mekanizması olarak elbette cinsiyet zamirleri değişir fakat Charlie ismini değiştirmek istemez. Cinsiyet ifadeleri olarak ilk etapta ait hissettiği cinsiyet kimliğine ilişkin kıyafetler, aksesuarlar değişir. Fakat, altını çizmek gerekir ki ilgi alanları, boş zamanında yaptıkları ile Charlie hala aynı Charlie’dir. Her ne kadar Paul’un gözünde Charlie’nin almış olduğu bu karar, içinden futbol tutkusunu söküp attığı yanılgısını oluştursa da; çok da geçmeden Charlie, Birleşik Krallık’ın en başarılı kız futbol takımı olan Lichfield Diamonds’un altyapısında oynamaya başlar. Ablası Eve’in düğününde nedime olarak ekran karşısındaki gülümser ve öykü sona erer.
Kaynakça
- Butler, J. (2014). Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. (Başak Ertür, Çevirmen). Metis Yayınları. (Orjinal Eser Basım Tarihi, 1999).
- Fortune, R. (Director). (2017). Just Charlie [Film]. Seahorse Films.
- Holmes, J. (2018, April 16). Just Charlie: Football dreams, a father’s fears, and the power of film. Sky Sports.
- Ritzer, G., & Stepnisky, J. (2019). Çağdaş Sosyoloji Kuramları ve Klasik Kökleri. (Irmak Ertuna Howison, Çevirmen).
- De Ki Basım Yayın. (Orjinal Eser Basım Tarihi, 2002).
- Turban, J. (2020, November). What Is Gender Dysphoria?. American Physchiatric Association.