Possessor, meçhul bir şirketin suikastçisi Tasya Vos ile bugünün tekinsiz dünyasında, kendiliğimizi unutma yolunda, sakin ve kanlı bir yolculuk. Bu sakinlik rahatça akıp giden suyu izlediğimiz bir sakinlikten öte, soğuk parkelerde çocuğunuzun kanına akan kanınızın sakinliği elbette. Kendimizle ve yaşadığımız dünya ile baş edemeyişimiz üzerine Cronenberg Jr’dan, babasının mirasını devam ettirecek nitelikte bir film çıkmış, yenilerini heyecanla bekliyorum. David Cronenberg sinemasını çok geniş bir bakış açısı ile birbirimize ve topluma güvensizlik, insan vücudunun teknoloji vasıtasıyla yeniden oluşması ve tabi beraberinde gelen ‘body horror’ çatışı altında toplayarak bakarsak Possessor’ın da aynı temayı 2020 gerçekliği ve fütürizmini harmanlayarak işlediğini görüyoruz.
Film, oldukça genç ve hoş bir kadının pek de kendinden beklenmeyecek derecede sert ve soğuk cinayeti ile başlıyor. Ete giren metale, öldürmeye, kana, bolca yakın planla girizgahı yapan yönetmen ne bekliyordun burası Cronenberg dünyası diyor ve hemen ardından, MR cihazını andıran teknolojik bir makinada uyanan Tasya Vos ile bu söylemi tasdik ediyor. Burada anlıyoruz ki cinayeti işleyen genç kadını yöneten, makinanın içinde uyanan Vos. Bu girizgah beni kurulan evrene dair oldukça heyecanlandırdı. Korku ve bilim kurgu arasında gezen dünya için antenlerim açıldı zira yaşadığımız dünya da korku ve bilim kurguya evrilmiyor mu?
Tasya Vos “kendine geldikten sonra” bir dizi testten geçiyor. Bu testler geçmişine ait objeleri hatırlama ve tanımlama üzerine kurulu. Başka bir deyişle kendisini, yaşamını ve kim olduğunu hatırlama üzerine kurulu. Öyleyse yönettiği bedende kendisi olarak değil, o kişi her kimse o olarak var oluyor. O kişinin geçmişi, düşünceleri, bedeni, arzuları… Vos’dan geriye belki yalnızca bir bilinç kırıntısı kalıyor, onu amaca doğru taşıyan, şirketinin amacına. Eve girmeden kendi kendisini, kendine gelip ailesi ile karşılaşmaya, bir oyuncunun role çalışmasını andıran biçimde hazırlıyor. Eve geldikten sonra Vos hiç bir zaman tam olarak orada değil.
Arkadaşlarıyla yemek yerken, kocasıyla sevişirken ve belki de en vurucu olarak da çocuğunun saçını koklarken… Cinayet anına dair flashbackler yaşadıkça; bir kısmının, zihninin bir parçasının, yönettiği bedende kaldığını anlıyoruz. Artık o bilinç kırıntısı da akışkanlığın, geçiciliğin, varlık ile yokluk arasında esiri. Yaptığınız işin sizi boğduğunu, benliğinizi ele geçirdiğini, özünüzde olduğunuz kişiyi yavaş yavaş yok ettiğini hiç düşündünüz veya hissettiniz mi? Ailesine, kendi hayatına yabancılaşan, evinde, en güvenli alanında dahi istemsizce işini düşünen Vos; modern toplum düzeni ile kurulmuş “işiniz hayatınızdır” anlayışının bir taşlaması olarak karşımıza çıkıyor. Bir yanda eş, anne olarak var olurken bir yanda soğukkanlı bir katil olarak var oluyor.
Film esas burdan sonra başlıyor. Daha yüksek profilli bir iş için merkeze dönen Vos, yapması gerekenler, hikaye ve amaç kendisine anlatıldıktan sonra müthiş bir vücut erime birleşme sekansı ile bu kez bir erkek bedeninde, Colin olarak hayata başlıyor. Bu sekans görsel olarak oldukça etkileyici. Bununla beraber filmin kimlik üzerine tartıştığı “akışkanlık” temasının görsel özeti. Başka bir karakterle başka bir hikaye yaşama bağlamında, sinemanın kendisini ve sinemasal gerçekliği hatırlatan bir durum da var ortada. Sanal gerçekliği de zaman zaman, özellikle yeni karaktere, Colin’e geçişle akıllara getiriyor film. Mekan seçimlerinin sade ve fütüristtik havası, renkli ve satüre ışık kullanımları, “Zoothroo” ve karakterin orada yaptığı iş bunlara örnek.
Bu noktada Colin’in yaptığı işe ve Zoothroo adlı mega şirkete bir bakmak istiyorum. Colin sanal gerçeklik gözlüklerini andıran bir gözlük takarak onlarca kişi ile yan yana vaziyette herhangi bir evin, hayatın içine girerek oradan detaylar topluyor. İnsanların neyi sevdiğini, vaktini nasıl geçirdiğini hatta en mahrem kısımlara geçerek nasıl seks yaptıklarını öğrenebiliyor. Dahası şirket bu detayları veri olarak bünyesinde saklıyor. Yani bu şimdi sosyal medya ve dünya üzerinde gelişen gözetleme ağı değil de nedir?
Colin de tabi Vos’un bedenine girmesi ile ki, Vos’u da bir mega şirket uzantısı olarak düşünmek mümkün, benliğini yavaş yavaş kaybediyor. Cinsiyet değişimi ile de ayrı bir geçişe maruz kalan Vos, Colin’in bedeninde kendini inceliyor bedenine dokunuyor, bu ben miyim sorusuyla evin içinde geziniyor. Sevgilisi daha ilk sabah Colin’de bir acayiplik olduğunu fark ediyor. Belki de Colin’in bedeninde uyanan güçlü bir dişil enerji buna sebep oluyor. Bir kaç sahne sonra gelen seviştikleri sahnede göğüsler ve penis ile kendisini görmesi, Vos-Colin birleşmesinin zihinden bedene aktığının bir göstergesi. Zihnimizdeki gerçekliğin vücudumuzu değiştirebilme gücü ve yetisi olmakla beraber bunu kendi rızamız ile mi yapıyoruz? Eğer öyleyse nelere rıza gösteriyoruz, kendimize biçtiğimiz yaşam yolculuğu doğrultusunda doğru seçimler mi bunlar?
Yoksa dayatılan ne varsa hzılıca tüketip, sindirip transforme mi oluyoruz? İlginç bir detay olarak Colin’in, havada asılı, titreşen gri bir cisimcik gördüğünü, eline aldığında ise yok olduğunu gördüğümüz bi kaç kısım var. Bununla ilgili biraz araştırma yaptım ancak film yeni olduğundan filmi detaylı inceleyen bir yazı bulamadım. Amerikan gazete yazıları ve bazı ünlü eleştirmenler de film incelemek yerine bazı havalı kelime kalıplarıyla (“macabre satire of surveillance”, “ultra-violent sci-fi-horror freak-out”, “an orgy of over-kill”) filmi tanımlamayı tercih ettiklerinden kendi fikrimi yazacağım; Konuya dair az bir bilgim olsa da bana kuantum parçacıklarını anımsattı bu cisim.
Kendi içinde aşırı bir hızla titreşerek aynı anda iki farklı halde (parçacık ve dalga) bulunuyor, bulunmaya çalışıyor sanki. Kuantum fiziğinin temelinde yatan görecelilik veya görelilik kavramı ile Colin-Vos ikilisinin tek bir bedende tutunmaya çalışmasının aşırı değişken ve uçucu oluşunu buradan hareketle de toplumsal kimliğin ve hatta ileri götüreceğim, toplumsal cinsiyetin göreceli, değişken ve uçucu olduğunu düşündürttü. Toplumun insanlardan yani bir yığın subjektiviteden, bireysellikten oluştuğunu düşünürsek, göreceli olmayan bir toplumsal gerçeklik, mümkün müdür? Yoksa bir çok şeye uyguladığı gibi, insan zihninin kategorileştirme ve kalıplaştırma alışkanlığı dolayısıyla ortak doğru ve gerçeklere mi tutunuyoruz, aslında olmayan?
Son yarım saatte Colin’in, Vos maskesi takması gibi bir birbirleri içinde eridikleri ikisinin de tam bir netlikte var olamadığı planlar gibi daha dolaysız bir imgesel dil kullanıyor Cronenberg Jr.. Hikayenin sonuca bağlanmasını takip ediyoruz sanki derken Colin olarak Vos’un evine dönüşü ve ailesini öldürmesi ile ortaya atılmış “hayatınız işinizdir” anlayışına sert bir onama, sert bir eleştiri geliyor burada. Zaten evden taşınmış ayrı yaşamakta olan karakterimiz, soğuk kanlı suikastçi Vos ailesini de öldürerek kalbini ve vicdanını da bırakarak yoluna devam edecek buradan sonra. Makinadan çıkıp geçmişi ile ilgili objeler ile esas olduğu kişiyi hatırladığı, çağırdığı kısımda kelebeğe baktığı bölümde, filmin başında onu öldürdüğü için suçlu hissettiğini söyleyen Vos, filmin sonunda sadece öldürdüğünü söylüyor. Suçluluk hissi artık yok!
Tekinsizlik hissine de kısaca değinerek bitirmek istiyorum. Oyuncu yönetiminin bilim kurgu filmlerinden alışkın olduğumuz donuk havası ile beraber gelen yavaş tempolu kamera yaklaşma hareketleri, karakterlerin zihinlerine bizi sokan durağan planlar, bedenlerine sokan yakın planlar çok fazla konuşulmayan bu filmde amaca hizmet ederken görsel keyif de veriyor. Açılı ama dimdik bakışlarla gördüğümüz, dönerek yaklaştığımız binalar da güzel bir dokunuş. Hemen hemen hep devam eden rahatsız edici ve tüyleri ürperten (eerie) film müzikleri zaten hiç bir şeye güvenemediğimiz bu evreni iyice huzursuz bir biçimde sunuyor. Kanın bir akışkanlık sembolü olarak gore sahnelerle her huzursuzluğu bir patlamaya çevirdiği sekans sonlarında yükselen anlar etkileyici ama asla kaotik değil, yavaş yavaş, sakince, acı çekerek ölüyor çoğu karakter. Ya da bir bakmışsınız ölmüş, belki de hiç yoktu kim bilir… Aynı sen gibi ben gibi değil mi? Aman ne önemi var hem sen kimsin ben kimim ki?