Önsöz
Kanadalı avangart yönetmen Guy Maddin’in, Evan ve Galen Johnson kardeşler ile beraber yazıp yönettiği 2020 çıkışlı “Stump the Guesser!” adlı kısa film; sadece 19 dakika sürmesine rağmen konusunun bir cümle ile özetlenmesi neredeyse imkânsız.
Bir sirkte her konu hakkında tutarlı tahminler yaparak gösteriler sunan ana karakterimiz, bir gün bir ziyaretçinin sorusunun cevabını doğru tahmin edemez. Varoluşsal krizler yaşamaya başlayan karakterimiz; müthiş bir hızla aşkı, kız kardeşini ve kalıtımı inkâr eden bir bilim adamını bulunca hayatı boyunca bildiği her şeyin tersine gitmeye karar verir. Filmin konusunu herhangi bir spoiler vermeden ancak bu şekilde, anahtar kelimelerle, anlatabilirim!
Senaryoda Altın Çağa, Ekipmanda Modern Çağa Ayak Uydurmak
Sessiz sinemayı oldukça seven ve eserlerinde onun estetiğini ekranlara taşıyan Maddin, bu filmde de sessiz sinemaya saygı duruşuna devam etmekte. Sergey Ayzenştayn gibi Sovyet montaj ustalarının Maddin üzerindeki etkisini bu filmde çeşitli örnekler üzerinden inceleyebiliriz. Karakterlerin yüzlerine yapılan yakın çekimlerde veya kadraj tercihlerinde özellikle Ayzenştayn’ın özelliklerini görmek mümkün. Genel olarak senaryoda da Altın Çağ olarak bilinen 1920’li yıllar sinemasının ve özellikle yine klasik Sovyet sinemasının etkisi mevcut. Buna örnek olarak filmdeki müfettiş yani bürokrasi kaynaklı gerilim, neredeyse tek başına bir karaktermiş gibi baskın olan sanayileşme motifi veya köylü halkın ön planda olması gibi unsurlar gösterilebilir. Özellikle ana karakterimiz için işlerin kötü gitmeye başladığı noktadan itibaren olan sekanslarda, 1920’li yıllar Sovyet toplumu ve politikası incelemesi yapmak bile mümkün. Bu politik alt metinler; bazı karakterlerin repliklerinde (“Hepimiz devletin çocuklarıyız!”), bazı karakterlerin Trofim gibi Slav tınısındaki isimlerinde veya bürokrasiyi temsil eden karakterlerin giydiği Bolşevik tarzı üniformalarda doğrudan görülebilir.
Senaryo ve kurgu bazında klasik Maddin özellikleri böylesine barizken ekipman tercihlerinde bu filmde büyük bir değişiklik söz konusu. Maddin, filmlerini tamamen analog olarak çekmesine rağmen bu filmi ise tamamen dijital kameralarla ve bolca yeşil ekran kullanarak çekti. Bu filmin dijital çekilmesinde elbette pandemi sebebiyle yaşanan yoğun ve uzun karantina dönemleri gibi olağanüstü koşullar da büyük bir etken, ancak Maddin buna ek olarak teknolojiyi kullanmada kendisinin herhangi bir ilerleme kat edip etmediği görebilmek için de tamamen dijitali seçtiğini belirtiyor. Özellikle yeşil ekranın yoğun kullanıldığı sekanslarda, Maddin’in bu heyecanını bizzat deneyimlemek mümkün. Tıpkı Maddin gibi teknolojiye duyduğu heyecanı ve merakı filmlerinde bolca hissettiren Japon yönetmen Nobuhiko Obayaşi’nin “House” gibi çeşitli filmleri, “Stump the Guesser!” izlenirken akla gelebilecek diğer eğlenceli filmler arasında gösterilebilir.
Peki Ya Filmdeki Bu Kaosun Temeli Nereden?
Filmin ilham kaynaklarını ilk izleyişte fark etmek zor olabilir ama burada imdadımıza Maddin’in verdiği röportajlar yetişiyor. Burada özellikle önemli iki kaynak mevcut. Birincisi ünlü İngiliz film eleştiri sitesi EyeForFilm’den Anne-Katrin Titze ile olan e-posta yazışmaları, diğeri ise Portekiz’in Uluslararası Curtas Vila do Conde Film Festivali etkinlikleri kapsamında düzenlenen zevkli bir söyleşi.
Öncelikle bu filmin bir sessiz film olmasının özel bir sebebi var. The Ensemble Musikfabrik isimli Köln merkezli bir orkestra, Maddin ile iletişime geçip Sovyet avangart ve absürdist yazar Daniil Kharms’a saygı duruşu niteliğinde bir sessiz film çekmesi için istekte bulunur. Maddin, daha sonra Johnson kardeşleri de ekibine alarak senaryoyu yazar ve filmi çeker. Orkestranın filmin sessiz olmasını istemesinin sebebi ise aslında oldukça basit: Orkestra, film gösterimi sırasında müziği kendileri hazırlayıp çalmak ister. Bu özel koşul sebebiyle Maddin, filmografisindeki diğer filmlerinde de olduğu gibi 1920’li yılların sessiz sinemasının tarzını tekrardan kullanmaya karar verir. Her ne kadar filmin senarist ve yönetmen koltuğunda Johnson kardeşler de bulunsa da filmin her yönünde Maddin’in etkisi o kadar baskın ki eseri tamamen “bir Maddin filmi” olarak değerlendirmek bile mümkün.
Maddin, verdiği röportajlarda filmin tarzı için iki büyük ve temel faktörün üzerinde duruyor: Fleischer kardeşlerin 1930’lu yıllarda yaptığı “Popeyes” isimli kısa animasyon filmleri serisi ve elbette yazar Daniil Kharms’ın edebi eserleri.
Fleischer kardeşlerin animasyon filmlerinin en büyük özelliği, kelimenin tam manasıyla animasyon olması. Burada animasyon olmasındaki kasıt, günümüzdeki video oyunlardaki karakterlerin bekleme animasyonlarında bile kıpırdanmaları veya ufak hareketler etmeleri gibi düşünülebilir. Fleischer kardeşlerin filmlerinde cansız nesnelerin veya insan dışı varlıkların bile kıpırdamadan tamamen hareketsiz durduğunu hiçbir zaman göremezsiniz. Örneğin karakterlerin ya yüz mimikleri her an oynar ya da uzuvları sallanıp durur. Bu oldukça özgün Fleischer tarzı animasyon şeklini, yine kendilerinin 1930’lu yıllarda yaptıkları “Betty Boop” gibi diğer kısa animasyon filmleri serisinde, Fleischer etkisinde yapılan erken dönem Disney kısa animasyon filmlerinde veya daha yakın tarihli bir örnek olarak 2017 tarihli video oyunu Cuphead’de de yakından görmek mümkün. Bu sürekli hareket halinde olma durumu, Maddin’in ilham kaynakları arasında özellikle belirtip altını çizdiği bir unsur. “Stump the Guesser!” filminde ekranda her an bir hareket vardır. Plandaki bir karakterin gözlerini durmadan sağa sola oynatması veya kurgu ile eklenmiş hızlı efektler gibi çeşitli örnekler, Fleischer tarzının oldukça eğlenceli bir uygulaması olarak incelenebilir.
Maddin, Daniil Kharms’dan aldığı ilhamı oldukça kısa bir şekilde “sürpriz unsuru” olarak belirtiyor. Bir avangart ve absürdist yazar olan Kharms, kısa şiir ve kısa öykü şeklinde yazdığı eserlerinde daima okuyucuyu afallatmayı ve eserlerini doruk noktasını hiçbir şekilde kullanmadan aniden bitirmeyi seçti. Sadece bu iki özellikle bile Kharms’ın eserlerinin Maddin’in uyarlamasına ne kadar da uygun olabileceğini görmek mümkün. Filmde hızla arka arkaya çıkıveren mizahi ters köşelerde Kharms’ın etkisini hissetmemek elde değil.
Daniil Kharms’a Özel Bir Parantez
Film üzerinde böylesine etkisi olan ama günümüzde çok az kişinin bildiği Daniil Kharms gerçekten de ayrı bir bölümü hak ediyor.
1905’te Sankt-Peterburg’da doğan Kharms’ın gerçek adı Daniil İvanoviç Yuvaçev’dir. Kharms, okul yıllarında Alman ve İngiliz edebiyatlarına ve özellikle Sherlock Holmes hikayelerine hayranlığı ile bilinir. Kendisine mahlas olarak seçtiği Kharms ismi de aslında bir kelime oyunudur. İngilizcedeki “harms” (zarar vermek) ve “charms” (etkilemek) kelimelerinin bir füzyonu olarak Kharms kelimesini oluşturup kendisine mahlas olarak seçer. Günlük hayatta adeta Sherlock Holmes karakterinin bir cosplay’ini yaparmışçasına giydiği eksantrik kıyafetler, Kharms’dan bahseden ve çağdaşı olan birçok yazarın özellikle belirttiği özelliklerden biri. Bu ilginç kıyafet seçimlerinin etkisini, aslında filmin ana karakterinin giydiği kostümlerde de hissetmek mümkün.
Kharms’ın ölümü de aslında araştırılmaya değer bir konu. İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş ve hükümet karşıtı söylemleri sebebiyle idam cezasına çarptırılan Kharms, cezadan kurtulmak için akli dengesinin yerinde olmadığına herkesi inandırır ve cezası Leningrad’da bir hapishanenin psikiyatri koğuşuna kapatılmak olarak değiştirilir. Ancak buraya kapatıldıktan sonra Almanlar gelir ve tarihteki Büyük Leningrad Kuşatması gerçekleşir. Kuşatma sırasında yerel halkın büyük kısmı ya Almanlar tarafından öldürülür ya da açlıktan ölür. Bu süre boyunca koğuşta olan Kharms’ın ölüm şekli de aslında tartışmaların konusudur. Hapishanede açlıktan öldüğünü savunanlar olduğu gibi bir cinayete kurban gittiğini öne sürenler de var. Filmde hem bu belirsizliğe hem de Kharms’ın edebi eserlerinde olmayan kapalı sonlara olan bir gönderme mevcut. Filmin ikinci yarısındaki “Weisse Null” yani “Beyaz Sıfır” unsuru yokluğu temsil etmek için kullanılıyor.
Kharms’ın edebi tarzına önceki bölümde yaptığımız ufak girişi, kendisinin iki kısa hikayesini okuyarak doğrudan deneyimlemek mümkün. Kharms’ın kişilik olarak oldukça politik olmasına rağmen eserlerinde absürdist olması akıllara Dr. Seuss gibi diğer yazarları da getirebilir. Dr. Seuss gibi Daniil Kharms’ın da çoğunlukla çocuk edebiyatına yönelik eserler vermesi de cabası. Aşağıda Kharms’ın iki örnek hikayesine göz atıp genel olarak edebi dilini inceleyebilirsiniz.
“Gözleri ve kulakları olmayan kızıl saçlı bir adam varmış. Aslında saçı da yoktu, ama herkes niyeyse ona kızıl demeye devam etmiş. Ağzı olmadığı için konuşamazmış. Burnu da yokmuş. Kolları bacakları bile yokmuş. Midesi de bağırsakları da. Sırtı da yokmuş, omurgası da yokmuş, herhangi bir şekilde bağırsakları da yokmuş. Hiçbir şeyi yokmuş. Şu an kimin hakkında konuştuğumu da bilemiyorum. En iyisi onun hakkında daha fazla konuşmamak.”
İki Numaralı Mavi Defter, Daniil Kharms.
“Fazla merakından olacak ki yaşlı bir kadın camından düşüp yere çakıldı. Bir diğer yaşlı kadın da cama çıkıp az önce düşen kadına bakarken o da fazla merakından camdan düşüp yere çakıldı. Ardından üçüncü bir yaşlı kadın daha düştü. Sonra dördüncüsü, sonra beşincisi… Altıncı yaşlı kadın da camdan düşüp yere çakıldığında olan biteni izlemekten sıkıldım ve Maltsev markete gittim. Dediklerine göre, birisi bir köre dokuma şal vermiş.”
Düşen Yaşlı Kadınlar, Daniil Kharms
Sonsöz
2020 festivallerinin sessiz kralı olan bu kısa film, Berlinale dahil yedi farklı önemli festivalden ödüllerle dönmekle kalmayıp uluslararası film eleştirmenlerinin de gözdesi oldu. Filmin ilham kaynaklarını ve yönetmenin vizyonunu bildikten sonra izlenmesinin çok daha zevkli olacağını düşünüyorum. Buna ek olarak; “Stump the Guesser!” filminden önce, yine Guy Maddin’in bir sessiz kısa filmi olan 2000 çıkışlı “The Heart of The World” filminin de izlenmesini tavsiye ediyorum. Özellikle iki filmin de görsel olarak benzer evrenlerde geçmesi, bu iki film arasındaki bağı kuvvetlendirmek ile beraber seyir keyfini de arttırıyor. Bu iki kısa filmini izledikten sonra “Only Cowards Bend The Knee” gibi Maddin’in uzun metraj filmleri çok daha ilgi çekici gelecektir. Sinema kültürünü geliştirmek isteyen izleyicilerden kurgu konusunda ilham arayan editörlere kadar her çeşit kesime bu filmi ve Maddin sinemasını kesinlikle öneriyorum.