Amerikan Bağımsız Sineması’nın öncülerinden Robert Altman 1966 tarihli çarpıcı avangart draması 3 Women ‘da bilincin akışkanlığını yolları kurak ve izbe bir kasabada kesişen üç kadının hikayesi üzerinden sorguluyor. Bu üç kadının aykırı kadınlık deneyimleri ve filmin sonunda birbirine karışarak tek bir çatı altında eriyen akışkan kimlikleri puslu görüntüler ardından rüyayı andıran bir sinematografiyle anlatılıyor. Altman 3 Women’ı izlenimci bir tabloya benzetirken haksız değil; 3 Women’ın hikayesi mutlak gerçekliğe yaklaşma kaygısı gütmeksizin görülenin zihinde yarattığı imgeler sarmalının üzerinde örülüyor.
Film bir su altı görüntüsüyle başlar. Millie (Shelley Duvall), Pinky (Sissy Spacek) ve Willie’yi (Janice Rule) gittikleri her yerde karşılayacak olan su feminen doğanın, zihnin amansız akışının ve metamorfozun temsilini kurması bakımından 3 Women’ın alegorik dilinin bel kemiğidir. Bu noktadan sonra kamera havuzun zeminine çizilmiş esrarengiz figürlerden uzaklaşarak bize suda yavaş adımlarla yürüyen insanları gösterir: bir geriatri rehabilitasyon merkezidir burası.
Millie koluna girdiği yaşlı bir kadını suyun içerisinde usulca yürütürken arka fonda bir camın ardından onu imrenerek izleyen Pinky’i görürüz. Millie değişen dünyanın yeni dinamiklerine ayak uydurmasına olanak tanıyan son moda kadın dergilerinden stil ipuçları ve yemek tarifleri kovalayarak kendinden tipik bir modern Amerikan kadını yaratmayı arzular; bir kız çocuğunun bebek eviyle oynayışı gibi özenle döşediği küçük salonunda çoğunlukla tek başına kaldığı davetler verir. Bir parçası olmak istediği sosyal çevreye karşı hiçbir zaman başarıyla inşa edemediği bu imajı yeni tanıştığı Pinky’nin gözünde yaratmak Millie için hiç zor olmaz. Ürkek ve çekingen Pinky sonraları ev arkadaşı olacak olan Millie ile göz göze geldiği ilk andan itibaren ona karşı katlanarak artacak bir hayranlık geliştirir.
Ev, içinde yaşayanın kim olduğunu ifade edebileceği ve kendiliğini yeniden üretebileceği bir alan sağlıyor olması bakımından kritiktir. Millie’nin evi de adeta kendisinin yansımasıdır. Pinky Millie’nin ev arkadaşı ilanını yanıtlayıp onunla yaşamaya başladığında bu ev Pinky’e Millie’yi izlemesi, öğrenmesi ve taklit etmesi için tüm olanakları sağlar. Millie’nin dergilerden öğrendiği dekorasyon ipuçlarının ışığında sarılar ve morlarla bezenmiş evinin yatak odası tıpatıp aynı olan mobilya çiftleriyle (birbirinin aynısı olan aynalı dolaplar, çalışma masaları ve sarı nevresimlerle örtülü ikiz yataklar) evin ikinci sakininin kendinden bir parça taşımasını neredeyse olanaksız kılar.
Bu noktadan sonra ev, Pinky’nin çocuksu şeker pembelerinin Millie’nin sarıları ve morları içinde eriyip gidişini hızlandıracak bir pota görevi görür. Uyurken giyeceği kıyafeti olmayan Pinky Millie’den bir gecelik ödünç alıp onu üzerine uydurabilmek için dikiş makinesinde daralttığında makine ve gecelik Pinky’i bir “kimlik hırsızı”na evrilmeye götürecek sürecin tetikleyicisi olurlar. Millie’ye ait olan geceliği kendi üzerine giyebilmek için daraltışı; ilerleyen sahnelerde önce bir başka elbisesini sonra sigorta numarasını ve ardından da günlüğünü ödünç alışıyla devam edecek ve sonunda bütünüyle Millie’nin kurduğu karakteri üzerine giymeye yeltenişiyle doruk noktasına ulaşacak bu sanrılı sürece adeta göz kırpar.
Altman’ın sembollerle örülü anlatımının bel kemiği olarak atıfta bulunduğum su kadınların üçüncüsü olan Willie’nin seyirciyle ve Pinky’le tanıştırılmasının üzerine filmin imgesel dünyasına egemen olur. Millie ve Pinky’nin birlikte yaşadıkları apartmanın ve Millie’nin sık sık uğradığı barın işletmecilerinden biri olan Willie kadraja alındığı hemen her sahnede hamile su yaratıklarını ve onların erkek formunda insana evrilişini gösteren figürleri çizmekle uğraşır. Pinky filmin sonuna dek Willie ile iletişime geçemez, kendisini yalnızca işlettiği barın ya da içinde balık yüzmeyen küçük bir akvaryumun camının ardından izler.
Willie’nin suyun dalgalanışının ardında buğulanan görüntüsü ısrarlı suskunluğuyla birleşerek onu tekinsiz, gizemli ve hayal ile gerçek arasında bir yerde konumlar. Çizdiği su yaratıklarına benzer şekilde hamile oluşu suyun spiritüel anlamıyla uyuşur: mitlerde fiziksel dönüşüm ve metamorfoz için bir medyum olarak karşımıza çıkan ‘su altı’ imgesinin dönüştürücü kuvveti doğum üzerinden kadın bedeninin de karakteristiğidir. [1] Suyun yaşam kaynağı oluşunun insan bedenindeki aksi kadın rahmidir; bu noktada Altman’ın Willie’yi su elementiyle özdeşleştirişi ve su altına yaptığı esrarengiz çizimler üzerinden tanıtışı önem kazanır.
Willie’nin dudaklarından neredeyse zorla dökülen kelimeler de anlamlarını çizdiği figürler üzerinden kazanır gibidir. Ne var ki filmde kadın doğurganlığının ve “anne” figürünün en belirgin temsili olarak kurulmasına karşın Willie annelik fikrinin geleneksel çağrışımlarından keskin bir farkla ayrılır. Cansız renklere boyanmış bol giysiler içinde kendini gizler, deneyiminden keyif alıyor gibi görünmektense ürpertici ve neredeyse melankolik bir portre çizer. 3 Women’ın diğer kadınları gibi Willie de dışarıya gösterdiği kadınlık temsiliyle uyum içinde değildir.
3 Women’ı hikayesinin kurulumu bakımından ikiye ayırmak mümkündür. Pinky’nin Millie’ye karşı duyduğu hayranlığın tehlikeli bir sanrıya evrildiği ikinci yarıya Pinky’nin intihar girişimini takip eden sahnelerle geçilir. Pinky Millie ile tartıştığı bir akşamın ardından kendini apartmanın havuzuna atar. Su altı bu noktada Pinky’nin kendini algılayışını ikiye bölen bir ayraç görevi üstlenir. Sudan çıkarılıp hastanede gözlerini açışının ardından Pinky kendini Millie olarak tanımlamaya başlar. Şeker pembesi elbiseleri gittikçe koyulaşır, alışkanlıkları değişir ve Millie’nin hayatını neredeyse ondan daha başarılı şekilde kopyalar. Artık Millie’nin ev arkadaşı değil ta kendisidir; birlikte kaldıkları odadan Millie’yi çıkararak onu yalnızca fiziksel olarak dışarıda tutup yerini işgal etmez aynı zamanda bilişsel boyutta da Millie’yi saf dışı bırakarak onun yerine geçer.
İzlediklerimizin gerçeklikle bir rüyayı kuşatan görüntülerin uçuculuğu arasında kalan bir çizgi üzerine kurulmuş oluşundandır ki Michael Sragow The New Yorker için yazdığı yazısında 3 Women’dan bir “fantazmagori” olarak bahseder. [2] Bu görülenin gerçekliğinden emin olmama hissi en açık haliyle Pinky’nin rüya sahnesinde atmosfere hakim olur. Altman bilincin akışını birbirine karışan görüntüler, üst üste giren sesler ve bu kargaşaya eşlik eden dalgalanan bir su altı görüntüsü üzerinden somutlaştırır.
Havuzun altında çizdiği resimlerin arasında uzanmakta olan Willie, anne ve babasının birbirlerine karışan yüzleri ve yaşlı bir kadının ürpertici kahkahası birbirine karışıp akarken görüntülerden biri Pinky ve Millie arasındaki ilişkiyi vurgulaması açısından kritiktir: iş yerinde birlikte çalıştıkları ikiz kardeşlerin görüntüleri ekrana verilir, ikizlerin suratları yavaşça Pinky ve Millie’nin suratlarıyla yer değiştirir. Filmin başında Pinky’nin birbirleri yerine geçip geçmediklerini ya da aslında aynı kişi olup olmadıklarını sorguladığı ikizlerin yüzlerinin Millie ve Pinky’nin yüzlerine dönüştüğü görüntü ikiz olma fikrinin Pinky’nin zihnindeki karşılığını seyirciye yansıtır. Millie’nin yerine geçişiyle artık onlar da aynı kişi olur ve böylece Pinky’nin imgeleminde tek yumurta ikizlerinin görüntüsüyle örtüşürler.
Pinky’nin rüyasını takiben 3 Women’ın çatışması çözümlenir. Doğum sancılarına kayıtsız kalan kocası tarafından yalnız ve savunmasız bırakılan Willie’nin doğumuna Millie ve Pinky yardımcı olmak zorunda kalır. Willie, sancılı bir doğumun ardından dünyaya ölü bir erkek bebek getirir. Bu noktada Willie’nin bağdaşamadığı “annelik” deneyimi de sonlanmış olur. Filmi başlatan ve ikinci yarıya geçişini sağlayan su, Pinky’nin perspektifinden Willie’nin doğum sahnesini izleyişimize de eşlik eder. Willie’nin sancılı doğumu odanın karşısındaki havuzda dalgalanan suyun ardından izlenirken su Willie’nin görüntüsünü gölgeler ve bulanıklaştırır.
Suyun ve ana rahminin hayat kaynağı oluşları üzerinden kurulmuş metafor ironik bir şekilde ölümün kaynağı da olabilecekleri gerçeğine bağlanır. Yukarıda bahsettiğim, Pinky’nin Willie’yi içinde balık yüzmeyen bir akvaryumun camından izlediği sahne de böylece anlam kazanmış olur: Akvaryumdaki suyun cansızlığı Willie’nin rahminde ölümün yatışıyla bağdaşır. Akvaryumdaki su balıktan yoksunken Willie de yaşayan bir bebekten yoksundur. Filmin başında bir kız çocuğu, duygusal ve cinsel olgunluğa yeni erişmiş genç bir kadın ve bir anne olarak tanımlanan üç kadından üçüncüsünün kimliği de bu noktada gerçekliğini yitirir.
Doğum sahnesinin ardından yapılan zaman atlamasıyla görürüz Millie, Willie ve Pinky eski benliklerinden tümüyle sıyrılmalarının üzerine kendilerine aynı mekanda patriarkal düzeni tümüyle tersine çeviren yeni bir hayat kurmuşlardır. Willie’nin erkek bebeğinin ölü doğuşunun ardından kocası Edgar’ın da bir cinayete kurban gittiğini öğreniriz ki bu kadınları erkeklerin dahil edilmediği yeni bir aile yapısının altında bir arada tutar. Krin Gabbard’a göre üç kadın tipik bir aile modelini parçalara ayırıp alt üst ederek “normal aile ilişkilerinin bir parodisi”ni inşa ederler.
[3] Bu düzende Pinky Millie’den ayrılıp tamamiyle küçük bir kız çocuğuna dönüşür, Millie ise doğumuna dek Willie’nin temsil ettiği “anne” rolünü üstlenir. Willie’nin hamileliği boyunca giydiği kıyafeti şimdi Millie’nin giyiyor oluşu annelik titrinin Willie’den Millie’ye geçişine bir göndermedir. Altman’ın üç kadını karşılaşmalarını takip eden süreç boyunca kendiliklerini sorgulamış, birbirlerinin yerlerine geçmiş, üstlendikleri geleneksel rollerden soyunmuş ve en sonunda kalabalıktan uzak bu tecrit mekanında kendilerini tanımlamanın yeni yollarını keşfetmişlerdir.
3 Women tek bir kadının kendini üç farklı bedende hayal ettiği bir rüyanın temsili, şiddetli bir kişilik bozukluğunun sinemanın diliyle sorgulanışı, kadın ve aile fikrinin geleneksel çağrışımlarına alışılmışın dışında bir eleştiri, su altının gizemli bir görüntüsü ya da Altman’ın dediği gibi izlenimci bir tablo veya bunların hepsi birden olabilir.
Karakter isimlerinin dahi fonetik benzerlikleri üzerinden birer gönderme olarak seçildiği 3 Women’ın göstergeler üzerine kurulu dili onu izleyiciden uzaklaştırmıyor; aksine filmi anlamlandırmayı kişinin özgün deneyimine bağlı tutuyor. Bundan olacaktır ki bu netameli kimlik arayışı onu sıradışı kılan anlatım diline rağmen (hatta biraz da bu sayede) bize epey tanıdık; kim olduğumuzu sorgulamaya ve bizi tanımlayan kelimelerin bulanık sınırlarına dokunmaya cesaret ettiğimiz sürece de tanıdık kalmaya devam edecek.
[1] Pararas-Carayannis George & Laoupi, Amanda. Women in the Marine Mythology of Ancient Mediterranean Their Roles & Symbolisms. (2007).
[2] “In the Robert Altman canon, no picture is stranger—and more fascinating—than this 1977 phantasmagoria, set in the California desert near Palm Springs.”:
https://www.newyorker.com/goings-on-about-town/movies/3-women-2
[3] Gabbard, Krin. “Altman’s 3 Women.” Literature Film Quarterly 8.4 (1980): 258.