“Hakikat her zaman için azınlıktadır; ve azınlık her zaman çoğunluktan kuvvetlidir. Çünkü azınlık, bir fikri olanlardan oluşur. Buna karşın hiçbir fikri olmayanların bir araya gelmesinden ibaret olan çoğunluğun gücü aldatıcıdır. Kimse o yorucu şey, “birey” olmak istemez. Ama her yerde onun yalancı yedeği, “çoğunluk” bulunur. “Birleşelim, o zaman güçlü oluruz”. Bu, insanlığın en derin ahlâksızlığıdır.”
Soren Kierkegaard
2003 yılında İzlanda’lı yönetmen Dagur Kari‘nin yazıp yönettiği ” Noi Albinoi” henüz lise çağındaki bir ergenken “birey” olmayı seçen Noi’nin soğuk iklimde geçen sıcacık hikayesidir aslında.
Dram-Kara Mizah türünde değerlendirilebilecek olan bu film, varoluşçu sinema akımından etkilenen Dagur Kari’nin ilk uzun metraj filmi olarak karşımıza çıkıyor. Filmin dinginliğiyle tam bir ahenk yakalayan müziklerini ise yönetmenin de içinde bulunduğu müzik grubu olan “Slowblow” besteliyor. Özellikle filmin son sahnelerinde çalan “Aim for a smile” isimli parça insanda tarif etmesi zor olan bir hüzne sebep olan cinsten. Eğer sinemayı sadece kafa dağıtma aracı olarak görenlerden iseniz bu filmden beklediğinizi bulamayacağınızı söylemeliyim. Hatta tam aksine Noi Albinoi, kafanızı dağıtamaz belki ama halk arasındaki tabirle sizi biraz dağıtabilir.
Filmin konusuna değinecek olursak, Noi (Tómas Lemarquis) Kuzey İzlanda’da bir fiyord’da büyükannesi ile yaşayan albino bir gençtir. Dış görünüşüyle olduğu gibi iç dünyasıyla da yaşadığı çevredeki insanlardan ayrılır. Oldukça zeki olmasına karşın, okulda başarısızdır. Yaşadığı kasaba son derece küçüktür, ve herkes birbirini tanır. Bir gün kasabadaki benzin istasyonundaki markette Iris (Elin Hansdóttir) isimli bir kız işe başlar.
Taksicilik yaparak hayatını idame ettiren babasıyla da, okuldaki öğretmenleriyle de sorunlar yaşayan Noi, oldukça yalnız ve içine kapanıktır. Iris ile tanıştığında ise hayatı bir nebze olsun değişir, o yalnızlığın içinde Iris’e tutunmaya çalışır. Noi’nin buz mavisi hayatındaki soğuk kırmızıdır Iris. Filme de Noi’nin hayatına da bir süreliğine renk katar. Ta ki Noi yeraltından çıkardığı hayallerine İris’i dahil edip “Gidelim buralardan.” diyene kadar. Çoğumuzun gözünde “en yaşanılası” ülkelerden biri olan İzlanda, Iris ve Noi için ise dünya haritasından dışlanacak kadar kaçıp gidilesidir. Peki ya nereye? Bir çok özelliğiyle İzlanda’ya zıt olan Hawai’ye mi?
Büyükannesinin doğum gününde Noi’ye hazırladığı palmiyeli pasta, hediye ettiği kaleideskoptaki palmiyeli tropik deniz kıyısı manzarası ve palmiyeli duvar kağıdı Noi’nin hayatındaki sevimli detaylar değil sadece onun tutunduğu detaylar belki de. Büyükanne demişken kendisi son derece özgün bir karakter olarak içinde bulunduğu sahneleri güzelleştirme , sıcaklık katma (tüfekli uyandırma sahnesini saymazsak) amacıyla filme yerleştirilmiş gibidir.
Film, Noi’nin evinin önündeki karları küreyip yol açmaya çalışmasıyla başlar. Bu sahne aslında Noi’nin bu zorlu hayat koşullarında bir yol açmaya çalışması şeklinde yorumlanabilir. Filmde fazlaca buna benzer “derin anlamlı basit sahne” bulunur. Bu, Dagur Kari sinemasının karakteristik özelliklerinden biridir. Ayrıca Dagur Kari, filmlerinde beklenmedik detayları son derece olağan bir şekilde sunmayı da sever. Örneğin Noi’nin bir kova kanı ortalığa birden boca edivermesi gibi. Yine filmlerinin genelinde mutlaka oldukça alışılmışın dışında sıcacık bir romantizm barındıran sahneler bulunur. Noi’nin Iris’ e sigara içmeyi öğretme sahnesi gibi, bu sahne sigaradan tiksinenleri bile izlerken gülümsetmeyi başarabilir.
“Kendini gerçekleştirmeyen birey, sürünün yürüyüşüne kapılmış bir bireydir.”
Soren Kierkegaard
Ezberci eğitim sistemine, okula gitmeyip yerine ses kayıt cihazı göndermekten daha yalın bir eleştiri yapılabilir miydi bilmiyorum. Okullar, varoluşçu filozof Kierkegaard’ın da bahsettiği gibi “sürünün yürüyüşünün” öğretildiği yerler değil midir zaten? Noi de tam bir “sürüden ayrılan”. Öyle ki hayatta kalması bile bu ayrışmayla bağlantılı. Falcının kahve fincanında gördüğü “ölüm” Noi’nin yer altındaki sığınağını es geçer.
“Yalnızlık gereksinimi her zaman içimizde tinsel bir yan olduğunu kanıtlar ve bu tinselliği ölçmemizi sağlar. ‘Kuşbeyinli insanlar sürüsü, birbirinden ayrılamayanların kalabalığı’ bu gereksinimi o kadar az hisseder ki muhabbet kuşları gibi yalnız kaldıkları an ölürler! Kendilerine şarkı mırıldanmadıkça uyumayan küçük çocuklara benzerler!”
Soren Kierkegaard
Bu yazıda sık sık alıntılarına yer verdiğim Soren Kierkegaard’ın, diğer bir deyişle varoluşçu felsefenin babası olan Danimarkalı filozofun, yönetmen Dagur Kari’yi oldukça etkilediğini filmin birçok yerinde görmek mümkün. Filmin bir sahnesinde Kierkegaard’ın bir kitabından hayattaki seçimler ve pişmanlık ile ilgili düşündürücü bir alıntı bulunmakta . Alıntıyı okuyan karakter olan kitapçı ise manidar bir şekilde filozofun Danca da “mezarlık” anlamına gelen soyismi ile dalga geçip, kitabı çöpe atar. Bu kısa okumanın Noi’nin ilgisini çektiği ise gözlerden kaçmaz. Sonrasında Noi’nin okuldan atılıp mezar kazıcının yanında çalışmaya başlaması ise yönetmenin ölüm temasına vurgusu ve kelimelerle , kavramlarla oynamayı sevmesinden olsa gerek.
İzlanda’nın melankolik ve büyüleyici atmosferinde o buza kesen soğuğunu iliklerinize kadar hissettirmeyi başaran Nói Albinói filmine bir şans vermek isterseniz, bir fincan sıcak kahve veya çayı yanınıza almayı unutmayın. İzleyecek olanlara iyi seyirler dilerim.
2 yorum
Filmin atmosferine doğru seyahat etmemizi sağlayan dahası gör(e)mediklerimizi ortaya koyan faydalı bir yazı olmuş teşekkürler.
Ben teşekkür ederim yorumunuz için.