En büyük başarısını 2004 yılında Free Rainer filmi ile Altın Palmiye’ye aday gösterilerek yakalayan ve adından fazla söz ettirememiş bir yönetmen olan Hans Weingartner’in yazıp, yönettiği 2018 yapımı film, yayınlandığı sene Kristal Ayı Ödülü’ne aday gösterildi. Film Alman yapımı olmasının yanında, Almanya, Belçika, Fransa gibi birçok Avrupa ülkesinde çekimler yapmıştır. 303 Hans Weingartner’in 2011’den bu yana çıkardığı ilk filmdir.
Hayal mi, Gerçek mi?
Tanışma ve yolculuk filmlerine sinemalarda çok fazla rağbet görülmese de, bu filmler izleyici tarafından sevilen türde yapımlardır. İki insanın rastlantısal olaylar sonucunda tanışıp, aralarındaki ilişkiyi ilerletme süreçleri seyircinin içini ısıtan ve hayata dair umut aşılayan türden hikayelerdir. Bu furyanın başını Before Sunrise, When Harry Met Sally, Lost in Translation gibi filmler çekmektedir. Bu tarzdaki hikaye anlatıcılığının en riskli tarafı ise oluşturulan hikaye, yazılan senaryo veya oynayan oyuncular gibi filmin genel akışına etki eden faktörlerin gerçeklikten uzaklaşması sonucunda filmin izleyici tarafından, anlatılmak istenen gerçeklikten uzakta, peri masalı olarak algılanabilecek türde olmasıdır. 303 filminin hikayesi ise gerçeklikle masal arasında ince bir çizgide izleyiciye sunuluyor.
Film, biyolojik babası ile tanışmak için İspanya’ya gitmek isteyen Jan ile, hamileliği hakkında erkek arkadaşıyla yüz yüze konuşmak için Portekiz’e giden Jule’nin tanışmasını ve beraber yaptıkları yolculuk hikayesini ele alıyor. Film 140 dakika gibi görece uzun süresiyle birbirini hiç tanımayan iki insanın nasıl iletişime geçtiğini ve ikili ilişkiye başladığını detaylandırarak seyirciye aktarıyor. İlk tanışmada gösterilen, kişilerin karakterlerine uygun açık sözlülüğü ve tahammülsüzlüğü filmi gerçeklik tarafına çekerken, ikinci tesadüfi karşılaşma olayı ise filmi masal tarafına çekerek dengeyi kuruyor.
Kimiz biz?
Filmin senaryosu, genel olarak Jan ve Jule’nin tartışmalarıyla ve aralarındaki ilişkiyle temsil ettiği insana ve insan ilişkilerine dair biyoloji, evrim, psikoloji ve kültür gibi çeşitli perspektiflerden baktıkları ve kendi hayat meselelerini konu aldıkları diyaloglardan ve tartışmalardan oluşuyor. Ayrıca film “İnsan neden sosyal bir varlıktır? Bu sosyalliğin temeli nedir? Gerçekten insan olarak sandığımız türde canlılar mıyız, yoksa altta bir yerlerde bizi kontrol eden mekanizmalar irademizden daha mı baskın?” gibi soruları açık ve örtük bir şekilde cevaplandırıyor. Bu sorgulayış ve tartışma sekansları ikilinin ilişkisini gölgede bırakacak türden yoğunluğa ulaşmayarak izleyicinin ikiliye karşı olan merakını sekteye uğratmıyor.
Filmin ilk tartışması, Albert Camus’nun hayata dair tartışılması gereken yegane konu olarak düşündüğü intiharı konu alarak başlıyor. İntihara, insan yaşamının diğer yaşamlar üzerindeki sorumluluklarına dair açık bir tartışma esnasında Jule’nin Jan’ı kovması sonucunda bir ayrılık yaşıyorlar. İnsanın yoğun hayat akışı yüzünden oluşan insana karşı olan tahammülsüzlük ise bu ayrılıkta örtük olarak sunuluyor. Nitekim film, bize hayata karşı bir kez daha şans vermemiz durumunda neler gelişebileceğini göstermek için ikiliyi tesadüfi olarak tekrar karşılaştırıyor. Bu karşılaştırma esnasında Jan, Jule’yi bir saldırgandan kurtarıyor ve bu kurtarma ikilinin ilerleyen ilişkisine temel oluşturuyor. İlk karşılaşmada Jan, Jule için can sıkıcı ve tahammül edilmesi gereken bir bireyken, ikinci karşılamadan sonra Jan, Jule için istenen bir bireye dönüşüyor. Yanlış temellendirilmiş ilişkilerin sonucunda neler kaybedilebileceği ise filmin devamında gösteriliyor. Filmde ele alınan birçok konu bu şekilde karakterler üzerinden sıkça işleniyor.
Yumuşak Doku
Uzun, bol diyaloglu ve az oyuncu kadrolu filmler bazen izleyiciyi yorarak filmden kopuşlara neden olabiliyor. 303’de ise diyalogların insan, ilişkiler, evrim, ekonomi, cinsellik ve karakterlerin merak edilen arka plan hayatları gibi ilgi çekici konuları ele almaları ve yeterli uzunlukta tutmaları ile bu sorunlarla karşılaşılmıyor. Bunun yanında tartışma ve diyaloglar arasında aralara yerleştirilen Avrupa’dan büyüleyici yol manzaralı ve yumuşak müzikler izleyiciye dinlenmek ve ikili ile birlikte yolculuğun tadını çıkarmak için fırsat veriyor. Film için seçilen renkler ve tema müzikleri de filmin saf sert bir gerçeklik sunma kaygısı içerisinde olmadığını gösteriyor. Zira karakterler çoğu zaman karşıt olan görüşlerini sağlam argümanlarla desteklerken, birbirlerine olan davranışlarının düşünceleriyle çelişmesi, filmin tek bir doğrudan ziyade göreceliliği, yumuşaklığı ve esnekliği ön plana aldığını gösteriyor.
Filmle ilgili anlatılan bu kadar olumlu özelliğe rağmen filmin kitlelere ulaşmaktaki başarısızlığına, filmin kendi türünde önceki yapımlardan farklı olarak bir teknik veya anlatım farklılığı yaratmaması ve farkındalık oluşturabilecek veya dikkate çekecek bir konuyu ele almaktan çok, konular üzerinde serbest dolaşması sonucunda katıldığı festivaller büyük bir başarı yakalayamaması neden gösterilebilir. Oyunculuklar da sorgulamaya açıktır. Bu tür olumsuzluklar 303’ü gerçek bir başarıdan ve kitlelere ulaşmaktan uzaklaştıran sebepler olabilir.
303 için son olarak, her sinemaseverin listesinde olması gereken türde bir yapım olmasa bile, hayata, insana ve insan ilişkilerine dair ele aldığı konularla ve işlenilen hikayeyle izleyenin içini ısıtan ve hayata dair umut aşılayan türden bir yapım diyebiliriz.