Önsöz
Fırtına öncesi sessizliği çağrıştıran ismiyle savaşın atmosferine çağıran “Sakindi Oranın Şafakları”, Sovyetler Birliği yapımı bir savaş filmidir. 1972 tarihli bu filmin yönetmen koltuğuna Stanislav Rostotski oturuyor. Filmin yapımını Gorki Film Stüdyosu üstleniyor.
Boris Vasilyev’in aynı adlı kitabından uyarlanan filmin konusu, İkinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın Finlandiya sınırına yakın bir köyünde geçiyor. Olaylar, Başçavuş Fedot Vaskov’un (Andrey Martynov) emri altındaki askerlerini disiplinsiz davranışları yüzünden generale rapor edip kendisine “içkiye bulaşmayan ve ellerini kızlardan uzak tutabilen” yeni askerler gönderilmesini istemesiyle başlar. İsteğini ilettikten üç gün sonra yanına gönderilen askerler ise Fedot’un beklediğinin aksine tecrübesiz ve kadındır.
Bu eleştiri yazısı, özellikle “Savaşta Bir Kadın Olmak ve Öldürmenin Zorluğu” bölümünde filmin ikinci yarısındaki bazı önemli sahnelerin çözümlemesi üzerinden ilerlemekte olup kısmi spoiler niteliği taşıyabilir.
Filmin Anlatı Yapısına Genel Bir Bakış
Film, ilk yarısında Fedot ve ekipteki beş kadın asker üzerine yoğunlaşıyor. İsimleri Liza (Yelena Drapeko), Galya (Yekaterina Markova), Jenya (Olga Ostroumova), Rita (İrina Şevçuk) ve Sonya (İrina Dolganova) olan bu beş kadın askerin savaş öncesi hatıraları ile köye geldikten sonraki anları; dans etmek veya ateş önünde toplanmak gibi çeşitli aktiviteler aracılığıyla birbirine bağlanıyor ve izleyicinin karakterler için sempati duyması sağlanıyor. Bu kadın karakterlerin hepsinin hatıralarında sevgilileri veya aileleri ile geçirdikleri mutlu anlar tasvir ediliyor. Hatıraların sonu, daima savaş nedeniyle sevdiklerinden ayrılmaları ile biterken bu durum karakterlerin orduya katılma motivasyonu olarak gösteriliyor. Filmin ikinci yarısı ise ana karakterlerin köyün yakınındaki ormanlık alanda Almanlarla yaşadığı çatışmaya odaklanıyor.
Filmin en başında ve en sonunda ise savaş sonrası dönemden kesitler sunuluyor. Bu kesitlerdeki karakterler, yıllar sonra savaş döneminde çatışmanın yaşanmış olduğu bu ormanlık alana kamp yapmak için gelen bir grup genç.
Kadın Karakterlerin İşleniş Şekli
Sakindi Oranın Şafakları, döneminin diğer birçok savaş filminin aksine kadınları doğrudan savaşın içinde silahlarla savaşırken göstermesiyle ve ayrıca kadın karakterleri işleyiş şekliyle dikkate değer bir eser.
Kadın karakterler, aşırı narin bir şekilde veya feminenliğini kaybetmiş halde gibi uç noktalarda karikatürize edilmeden ele alınıyor. Filmin kadın karakterlere karşı duruşunun, Başçavuş Fedot karakterine nazaran daha gerçekçi ve detaylı olduğu bile söylenebilir. Başçavuş Fedot karakteri, özellikle filmin ilk yarısında diğer beş kadın askere kıyasla daha az sahnede izleyicinin karşısına çıktığı için karakter gelişimi açısından yüzeysel kalırken; senaryo, bu beş kadın askere yoğunlaşır ve onların üç boyutlu karakterler olmasını sağlar. İzleyici, bu beş kadın karakterin hatıralarını da o anki ruh hallerini de gelecekte yapmak istediklerini de kapsamlı olarak bilir. Buna ek olarak kadın askerlerin cephede uçaksavar silahları kullanması da düşman askerlerini gözetlerken romantik şiirler okumaları da herhangi bir önyargı barındırmadan seyirciye sunuluyor. Objektif bir şekilde kadın karakterleri işleyen bu senaryo, özellikle döneminin diğer savaş filmlerindeki kadın karakterler düşünülünce övgüyü hak ediyor.
Siyah beyaz mı yoksa renkli mi? Her ikisi de!
Filmin ilgi çeken diğer bir noktası ise anlatılan zaman dilimine göre değişen renk kullanımı. Savaş sırasında köyde ve ormanda geçen sahneler siyah beyaz çekilmiştir. Karakterlerin hatıralarının gösterildiği sahneler ise buna özellikle tezat oluşturmak istenmiş gibi rengarenktir. Savaş sonrasının gösterildiği kamp sahneleri de tıpkı karakterlerin hatıralarında olduğu gibi renkli çekilmiştir. Savaş sırasında geçen sahnelerde uzak çekimler tercih edilirken hatıraların gösterildiği sahnelerde yakın çekimlerin kullanılması, savaş öncesi ve sonrası arasındaki zıtlığı vurgulayan diğer bir unsur.
Hatıra sekanslarındaki sahne setlerinin hepsinin oldukça minimal ve plastik tutulması, ışıklandırmanın neredeyse gölge oluşmasına engel olacak kadar güçlü olması, sembolik detaylar için kan kırmızısı gibi renklerde arka fonlar kullanılması gibi artistik tercihler; Japon yönetmen Seijun Suzuki’nin 1966 tarihli “Tokyo Drifter” filminin masalımsı setlerini anımsatıyor. Hatıraların çocuksu ve enerjik tasvirinin ve hızlı montajının aksine, savaş döneminde geçen sahneler daha statik ve Tarkovski usulü uzun çekimler barındırıyor. Savaş sonrasında geçen kamp sahnelerinde bu iki zıt tarzın birleşimini, gençlerin şarkı söyleyip eğlendiğini gösteren renkli uzun çekimlerde görmek mümkün.
Savaşta Bir Kadın Olmak ve Öldürmenin Zorluğu
Bir savaş filmi olması sebebiyle filmin birincil teması vatanseverlik olsa da bu filmdeki en önemli diğer bir tema da erkek ve kadın eşitliği. Kadın karakterlerin cinsiyetinin, savaşmalarında veya başka alanlarda işler başarabilmesinde engel olmadığını gösteren bu filmde; Başçavuş Fedot’un emrindeki kadın askerlerine karşı tavrı (“Burada kız yok! Sadece askerlerle onların komutanları. Savaştayız. Ayrıca savaş bitene kadar da hepimiz cinsiyetsiz olacağız.”) ve aynı zamanda onların tecrübesizliğini kadın olmalarına değil sadece genç yaşlarına yorması da bu feminist fikri destekler yönde. Başçavuş Fedot’un kadın askerlere emir verme ve konuşma şekli de filmin başında erkek askerlere karşı kullandığı ton ile tamamen aynı.
Filmdeki en önemli sahnelerden biri Başçavuş Fedot’un bir Alman askerle dövüşmesiyle başlıyor. Elindeki bıçağı düşüren Fedot, Alman asker tarafından neredeyse öldürülmek üzereyken Jenya son anda yetişip yerdeki bıçağı alıyor. Jenya, Alman askeri öldürüyor ve Fedot’u kurtarıyor. Fakat Jenya’nın askeri öldürdükten hemen sonrasındaki yüz ifadesinde herhangi bir zafer mutluluğu yok. Kamera, tamamen boş gözlerle ve hareketsiz bakan Jenya’nın yüzünü birkaç saniye boyunca yakın çekimde gösteriyor. Hemen ardından gelen sahnede Jenya, yakınındaki bir ağaca doğru koşup acı içinde çalılara doğru kusuyor. Film, ardından Fedot’un ve Jenya’nın göl kenarında oturduğu sahneye geçiyor. Fedot, sakince ellerini ve yüzünü yıkarken hemen yanında hareketsiz oturan Jenya’ya bakıyor. Fedot, “Temizlenmek ister misin? Anlıyorum, buna alışman lazım. Kalbini duygulardan arındırmalısın!” dedikten sonra Jenya; Fedot’un bıçağını göle atıyor ve bu önemli sekans tamamlanıyor. Filmin özellikle bu sahnesinde akıllara Nobel ödüllü Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç’in “Kadın Yok Savaşın Yüzünde” adlı kitabı geliyor. Kitaptaki bir bölümde, kadınların doğurganlık sayesinde hayatı beslediğinin üzerinde özellikle duruluyor. Bu sebeple bir kadın için cinayet işlemenin de bir erkeğe kıyasla çok daha zor ve acı verici olduğu öne sürülüyor. Bu alıntı, Jenya’nın askeri öldürdükten sonraki boş bakışlarını ve hemen ardından kusmasının arkasındaki anlamı da destekliyor. Savaşı ve maskülenliği temsil eden bıçak, bereketi ve feminenliği temsil eden sakin gölün içinde derinlerde kayboluyor. Bir kadın olarak Jenya, bir daha öldürmek zorunda olmamayı istiyor. Maskülen savaş ilerlemeyi engellerken feminen doğa bunun tam tersini istiyor.
Filmin sonlarına doğru çıkan bir diğer önemli sembol ise üvez bitkisi. Tadı acı olan ve yıl boyu kıpkırmızı meyve veren bu bitki; Rus kültüründe vatanseverliği, tehlikelerden korunmayı, doğurganlığı ve feminenliği sembolize ediyor. Savaş sonrasındaki kamp sahnelerinde yakın çekim ile üvez bitkisi özellikle vurgulanıyor. Filmin sonunda, ormandaki savaş anıtının etrafı üvez bitkisi ve meyvesiyle kaplı. Renkli çekim sayesinde üvez meyvelerinin kırmızılığının ekranda özellikle göze çarptığı bu sahne, savaş döneminde hayatını kaybeden Sovyet kadın askerlere özel bir saygı duruşu niteliğinde. Bitkinin ekranı tamamen kaplayacak şekilde çekilmesi de kadınların doğurganlığına gönderme yapıyor. Filmin sonundaki kamp sahnelerinde eğlenen birçok gencin varlığı, filmin önceki birçok sahnesinde kadın askerlerin aile ve çocuk sahibi olma isteklerini belirtmesinin sonucuymuş gibi algılanabilir. Savaştaki tüm acılara ve kayıplara rağmen en sonunda galip gelen taraf ise en nihayetinde kadınların doğurganlığı ve feminenliği oluyor.
Sonsöz
1973 yılı En İyi Uluslararası Film Akademi Ödülü’ne adaylık kazanmış olan Sakindi Oraların Şafakları hem artistik olarak hem de konuyu işleyiş şekli olarak hayli başarılı. Özellikle dönemin genel Sovyet sinema estetiğinden oldukça farklı artistik tercihlerle işlenen hatıra sekansları, izleyiciyi şaşırtıp meraklandırmakta övgüyü hak ediyor. Filmin ikinci yarısındaki çatışma sahnelerinin kurgusu etkileyici. Savaştaki kadın askerleri pozitif bir tonda anlatan ve hatta feminist sayılabilecek bu film daha çok kişi tarafından izlenmeyi ve konuşulmayı hak ediyor.
Elem Klimov’un 1985 çıkışlı “Gel ve Gör” veya Andrey Tarkovski‘nin 1962 çıkışlı “Ivan’ın Çocukluğu” gibi İkinci Dünya Savaşı’nda geçen diğer ünlü Sovyet filmlerinin gölgesinde kalan bu film; izleyicilere savaşı ve diğer savaş filmlerini de feminen bir bakış açısıyla görüp yorumlamaya teşvik ediyor. Sadece bu özelliği bile filmi tavsiye etmeye yeterken filmdeki usta oyunculuklar ve duygusal senaryo da cabası. Kadın askerlerin bazı sahnelerde alıntıladığı çeşitli Aleksandr Puşkin ve Aleksandr Blok şiirleri de Rus edebiyatı sevenleri mest edecektir. Her açıdan övgüyü hak eden “Sakindi Oranın Şafakları” filmini kesinlikle tavsiye ediyorum.