Bineceğim gemiyi, oturacağım evi seçiyorsam, ölümümü de seçmeliyim
Mar Adentro
Bir insanın ölümünü kabul etmek mi zordur yoksa o kişinin ölümü seçtiğini kabul etmek mi? Yaşam insanlara verilen bir hak mıdır, dayatılan bir zorunluluk mu yoksa özgürlüğü müdür kişinin? Sartre’a göre seçme hakkı olan kimse özgürdür. İnsan hapiste bile özgürdür çünkü yaşamla ölüm arasında bir seçim hakkına sahiptir. Peki bu seçme hakkının hukuki, dini, etik sebepli elimizden alınması sahici bir özgürlükten çok sahte yanılsamaları göstermez mi?
Antik çağlardan beri tartışılan rahatsız edici bir konu, ötenazi. Eski Roma’da bir hekimin hastasının acılarına son vermek için onu öldürmek istemesi suç sayılıp, bu eylem kasten insan öldürme olarak değerlendirilirdi. Seneca intiharı insanların ve hastalığın insafsızlığından kaçma olanağı veren büyük bir özgürlük olarak tanımlar. “Bineceğim gemiyi, oturacağım evi seçiyorsam, ölümümü de seçmeliyim” diyen Seneca kendi iradesi, ile intiharı seçer. Stoacılara göre ölme hakkını kullanma bir kaçış olarak kabul edilir, kurucuları Zenon 98 yaşında yaralanan ayağının şiddetli acısı nedeni ile intihar eder. Ötanazi kavramını günümüzdeki anlamına yakın anlamda kullanan İngiliz filozof ve hukukçu Bacon, hekimin görevinin, acısına son vererek hastayı tedavi edip iyileştirmekle sınırlı olmadığını, bunun başarılamadığı durumlarda ona rahat ve kolay bir ölüm sağlamayı da içerdiğini savunur. Birçok açıdan ölme hakkı kavramına derinlemesine inen bir filmden bahsedeceğim sizlere: İçimdeki Deniz / Mar Adentro
Orijinal adı Mar Adentro olan 2004 yapımı, yönetmenliğini Alejandro Amenábar’ın üstlendiği gerçek hayattan uyarlanan İçimdeki Deniz filmi; dünyayı gezme tutkusu ile gemici olan Ramon Sampedro‘nun genç yaşında geçirdiği bir kaza sonucu yıllarını yatağa mahkûm ve yardıma muhtaç şekilde yaşamasının ardından ölme hakkını meşrulaştırmak için devlete ve çevresine karşı olan mücadelesini anlatıyor. Görsel olarak yalın ve etkili bir anlatım tercih edilen filmde, mavinin dinginliği ve müziklerin hafifliği izleyicinin içine işliyor. Javier Bardem’in oyunculuğunu düşlerle yaşam arasındaki ince çizgide, gülerken ağlamasında keşfediyoruz. Gerçek yaşam öyküsüne dayanan filmde yalnızca Avukat karakteri kurgu.
Filmi çeşitli açılardan inceleyelim.
Film dalga sesleri eşliğinde yeşillikler içerisinden çıkıp gelen genç bir adamın sahildeki maviliklere ilerlemesinin verdiği huzur ile başlar, pencere kenarından kasvetli hava gerçekliğine dönüşür. Boynundan aşağısı felçli olan Ramon , kendisine ötenazi uygulanması için hukuki bir yola girmiştir. Onu bu konuda destekleyen dernek onun için gönüllü bir avukat bulur. Avukat Julie karakterini film süresince tanırız. Julie’nin gönüllü bir avukat olmasının ve Ramon’un hayatına derinlemesine inmesinin nedeni onun da Ramon ile benzer bir sürece girmesidir. Bunun yanında Hollywood film etkisi ile aklımızda oluşan avukat karakterinin tersidir Julia karakteri. Daha gerçekçi, hakikati dile getirme kaygısı yaşayan naif yönü baskındır.
Basın tarafından da ilgi çeken Ramon’u televizyondaki konuşmasını izleyen genç bir anne olan Rose karakteri ise acıma ve yardım etme dürtüsünü beslemek üzere Ramon’u ziyaret eder. Yaşama sebebi vermek için giden Rosa, Ramon ile tanışmaları sonrası aslında kendisinin sebep aradığı gerçeği ile yüzleşir. Ölüm ve yaşam hakkında zekice yanıtlar veren Ramon, Rosa’un onu daha sık ziyaret etmesine neden olur. Bu ziyaretlerde Ramon’a iyi geleceğini düşünen Rosa’ya aslında Ramon iyi gelmektedir. Rose Ramon’un yanında kendisini iyi hissettikçe ona âşık olduğunu düşünmeye başlar. Fakat bu ilişkinin hasta-psikolog ilişkisinden farkı olmadığını anlarız.
Ötenazi talebi mahkemece şekil noksanlığı sebebiyle reddedilince bir sonraki davaya kadar olan süreçte bu konuyla ilgili birçok görüş ortaya atılır. Filmin en etkileyici sahneleri dinin temsilcisi Rahip ve aklın temsilcisi Ramon’un çekişmeleridir. Yaşamın bize mi yoksa Tanrıya mı ait olduğu konusunu irdelerler. Yeniçağ ‘da Reform hareketleri ve Rönesans ile birlikte kilisenin baskıcı gücünün azalıp, hak ve özgürlük kavramları ile buna paralel olarak da ötanazi tartışılmaya başlanmasının yansımasını, filmde Rahibe yardım eden çocuğun Ramon’u dinledikçe ona hak vermeye başladığında görebiliriz. Yönetmen ayrıca vicdan, etik ve ahlak kavramlarını Ramon ve ailesinin bireylerine dağıtarak izleyiciye olağan açıları sunmuş.
Yargıçların yasayı ileri sürerek davayı düşüreceklerini fark edince hükümete ceza kanununu değiştirmeyi önerecekleri bir konum bulmaya çalışırlar. Jürinin Ramon’un yanında olmaya cesareti olmamasının sebebi toplumsal baskıdır. Ancak yerel halkın desteği ile bu algı kırılabilir düşüncesi üzerine Ramon’u da mahkeme salonuna konuşma yapması için götürmeye karar verirler. Yargıçları Ramon’un aklı başında ve mantıklı olduğuna dair ikna etmeleri gerekir. Mahkeme huzuruna çıkma fikri Ramon için vakit kaybı olsa bile yarın başka insanların işine yarayabilir fikri onu cesaretlendirir ve kabul eder. Ancak mahkemede yargıçlar kanuna bağlı kalarak Ramon’un konuşmasına izin vermezler. İntihara kalkışıp hayatta kalan bir kimsenin daha sonra mahkemeye çıkarılmamasını fakat onurlu bir şekilde ölmek isteyen birisinin yardıma ihtiyaç duyuyor olması çelişkilerini fark ederiz.
Asıl ona yardımcı olmamanın o kişiyi öldürdüğü, laik olduğunu iddia eden devletin bu özgürlüğe de izin vermesi gerektiği gibi kalıpların dışına çıkan düşüncelerini bize anlatan Ramon , amacı ölmekten ziyade ölümü seçebilmek olan bir adamdır. Ramon’un ötenazi için açtığı dava medya organlarında yayınlanıp ve birçok insana ulaşınca toplum da bu konu hakkında ikiye bölünür. Kimileri ötenazinin özgür bir tercih olduğunu söylerken kimileri cinayet olduğunu belirtir. Ötenazi tarihinden Alman Cerrah Dr. Hackethal acılar ile kıvranan yaşlı hastaların kendi istekleri ile ölmelerine yardımcı olmanın hekimin görev olduğuna inanmış ve “Hipokrat andını” etik anlayışa uymadığı gerekçesi ile basının önünde yakmıştır.
Rosa’nın Roman’ı çok sevdiği için onun ölmesine yardımcı olmayacağını ona söylediğinde, Erich Fromm’un Sevme Sanatı isimli kitabında bahsettiği sevdiğimiz insanlar için doğru olduğunu düşündüklerimize mi yoksa bizden istediklerine mi önem veririz sorusunu akıllara getiriyor. Sevgi kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruyarak gerçekleştirdiği birliktir. Rosa’nın ötenazi hakkındaki yargılayıcı tutumları süreç içerisinde değişir çünkü Ramon’a karşı duyduğu sevgi başka bir şekil alır. Filmin sonunda Ramon hukuki bir yol ile değil, Rosa’nın yardımı ile intihar eder. Son sahnede ise Julia’nın durumu daha da kötüdür ve hastalığı sebebi ile Ramon’u hatırlamıyordur bile.
Foucault’ya göre özne bireyden farklıdır ve içinde bulunduğu toplumun disiplincidüzenleyici politikaları tarafından ehlileştirilmiştir. Filmde; Ramon’un peder ile konuşmasında, abisi ile ilişkilerinde, devleti temsil eden mahkemedeki hâkimin tavrında iktidar-özne çekişmesini görebiliyoruz. Pederin dini hegemonyasının sarsılmasından korkması özellikle vurgulanıyor. Sorgulamanın ve farkındalığın iktidar karşısında alınabilecek en etken direnç durumu olduğu sonucuna varıyoruz. Sonuç olarak, belki de rahatsız edici bir konu olan ötenazi kavramı hukuki, dini, etik ve sosyo-politik açıdan hak verdiğimiz mücadeleye dönüşüyor.