“After Life” ile Yas Sürecinin Aşamaları
Sevilen birini ya da bir şeyi kaybetmenin, yeni gerçekliğinize yoksunluk duygusu ile devam etmenin aşamaları vardır. Öncelikle inkar gelir, sonra öfke, ardından pazarlık, depresyon ve kabullenme. Bu aşamaların ne kadar yoğun ve uzun yaşanacağı kaybedilenin bizlerdeki yerine ve karakterimize göre değişiklik gösterir. Kimisi her bir aşamayı uzun uzadıya yaşamaz, kimisi bazı aşamaları es geçebilir. Kimisi de uzunca bir süre bir aşamada takılı kalır.
After Life’ın Tony’si (Ricky Gervais) mesela birinci sezon boyunca kabullenme ve inkar hariç tüm aşamaları izleyenlere yaşatmıştı. İnkar kısımlarını göremememizin sebebi eşi Lisa’nın ( Kerry Godliman) hastalığının ilk dönemlerinin anlatılmamış olması. Fakat Lisa öldükten sonra iyi bir insan olma çabasının hayatı güzel yaşamak için nafile olduğuna inanan Tony ince ve düşünceli olmayı bir kenara bırakmıştı. Bunu yaparken de “Madem intihar etmiyorum, o zaman bildiğimi okurum ve işler sarpa sararsa işte o zaman kendimi öldürürüm.” şeklinde bir iç pazarlıkla Lisa’nın yokluğunda değersiz bulduğu hayatına devam etme yolu bulmuştu. Depresyon ise her adımda, her aşamada yer almıştı, özellikle de yalnız kaldığı anlarda.
Bu karamsar konusuna rağman After Life’in çekiciliği ise ölümü, arkada kalan olmayı ve o boşluk hissi ile yaşamayı anlatırken klişe davranmadan gerçekçi bir betimleme sergilemesiydi. Günlük hayat devam etti, Tony kalkıp işe gitti, köpeğini besledi, etrafındakilerin acımayla karışık empatilerini reddetti, huzur evindeki babasını ziyaret etti, komik şeyler oldu, intihara yeltendi ve tüm bunlar olurken muazzam bir özlem ile sürekli eşini düşündü. Nihayetinde özlemine ve Lisa’nın yokluğuna rağmen hayat devam etti.
Birinci sezonun son bölümünde Tony yas sürecinin son aşaması olan kabullenmeye oldukça yaklaşmıştı; Adolf bebek haberine gülebiliyordu, işinin ve arkadaşlarının iyisiyle kötüsüyle değerli olduğunun söylemişti, başkalarının da sorunları olduğunu görebilmişti ve huzur evindeki hemşireye çıkma teklif etmişti. Mutlu olmasa da en azından tamamen kendini öldürmekten vazgeçmişti ve hayatın anlardan ibaret olduğunu ve kıymetinin bilinmesi gerektiğini fark etmişti. Fark etmekten de öte sesli bir şekilde başkalarına da söylemişti. Yani dışa dönmeye başlamıştı.
Dizinin yalnızca birinci sezonunu izlemiş olanlara, devam etmeden önce aşağıda bağlantısı bulunan birinci sezon değerlendirmesini okumalarını tavsiye ediyoruz.
Relaps Zamanı
Birinci sezonun umut vaat eden finalinden sonra ikinci sezon izleyenleri adeta bir gerileme dönemi ile karşı karşıya bıraktı. Evet; Tony daha iyiydi, hayata karşı daha umutluydu ama nihayetinde acısı hala oldukça somut bir şekilde oradaydı. Acının yanında kendine de acımaya başlamıştı ve bundan da suçluluk duyuyordu. Fakat olumlu yanı denemekten vazgeçmiyordu. Birinci sezonun sonundaki farkındalığı ile değişmesi gerektiğini anlamış. Başka insanların da hayatları ve sorunları vardı. O zaman tek yapması gereken adım atıp ilerlemektir.
Bunun için de etrafındaki insanlarla ve sorunlarıyla ilgilenmeyi deneyen Tony önce kayınbiraderi ile istemeye istemeye yoga dersine katılır. Kimilerine göre aşırı derecede karton şekilde betimlendiği düşünülse de gerçekte de aynı tavırlara sahip yoga eğitmeni sebebiyle işler sarpa sarar ve Tony yine kendini alkole verip eşi ile çekilmiş anılarını izlerken bulur. Mezarlık eşlikçisi Anne’den bu şekilde insanlara yardım etmeye çalıştıkça başarılı olamayacağını çünkü kurbağa olduğunu öğrendikten sonra diğer insanlara yardım etmede daha başarılı olur. Fakat eksiklik hissi ortadan kalkmaz çünkü Tony esasında sevilmeye, sempatiye layık olmadığını ve de hayatındaki tüm şansının, başarısının Lisa ile evlenmek olduğunu düşünür. Lisa’nın yokluğu o kadar ağır gelir ki kendisini yok saymaya başlamıştır. Birinci sezonun temalarından biri umut her şeydir iken izleyenler Tony’yi tüm iyiliklerim, mutluluğum Lisa ile gitti sanki derken bulur minvalinde düşüncelerle bulur.
Noktaları Birleştirmek
Dizinin zayıf kaldığını düşünebileceğimiz tek yönü yan karakterlerin hayatları ve yaşamları hakkında eser miktarda bilgiye sahip olmamız. Birinci sezon bu durum daha da fazlayken ikinci sezonda bir miktar daha bilgi edinebildik. Bu durumun sebeplerinden biri odak noktasının Tony’nin yaşadığı şeyin onu ne kadar da içine döndürdüğü ve başkalarıyla pek de ilgilenmemesi olabilir. Nitekim ikinci sezonda dışa dönmeye başlaması ile herkesin acılarının, arızalarının olduğunu görmesi arasındaki paralellik fark edilmekte. Diğer sebep olarak da bölümlerin süresini gösterebiliriz. Zira söz konusu sürede hem Tony’nin hayata devam etme sancısını hem de diğer karakterlerin hayatlarını layıkıyla anlatmak pek mümkün görünmüyor.
Ancak bu noktada en önemli etken Gervais’in kendisi. Office ve Derek gibi yapımlarında olduğu gibi Gervais bu dizide de bir odak noktası belirleyip yan karakterler hakkında akılda kalıcı bilgiler serpiştirmekte. Örneğin Kath’in Kevin Hart’a bayıldığını, Tom’un sebebini bilmediğimiz bir sebepten ötürü eşi ile arasının iyi olmadığını, Daphe’nin seks işçisi olduğunu biliyoruz Fakat bunlar karakterler arasındaki diyaloglardan edindiğimiz bilgilerin yanında hiç kalıyor. Dikkatle bakıldığından tüm karakterler düşüncelerine uygun şekillerde davranıp buna göre konuşuyorlar ya da konuşmuyorlar. Tonny’ye davranışları, işlerini yapma şekilleri, tepkileri o kadar bütüncül ki eksik doneye sahip olduğumuzu düşündüğümüz karakterler hakkında gayet de bilgili olduğumuzu fak ediyoruz. Ardından eldeki donelerle diyaloglar birleştiğinde, ki bu hemen olmuyor, zayıflık olan şey puzzle parçaları gibi birleşiyor. Bu şekilde bir anda göze sokmak yerine tıpkı gerçek hayattaki gibi adım adım karakterleri tanıyabiliyoruz.
Tekrar mı değil mi?
Birçok izleyene göre After Life ikinci sezonunda birinci sezonundan bir adım öteye gidemedi. Aynı şeyleri uzun uzadıya farklı bir yere varmadan bir daha izledik. Oysa Ricky Gervais’e göre durum böyle değil. Gervais, birinci sezonun ardından birçok insanın kişisel hikayesini kendisi ile paylaştığını belirtmiş. Tıpkı o insanların “normalleşme” süreçleri gibi Tony’nin de bu denli büyük bir kayıptan ve değersizlik hissinden sıyrılabilmesinin yolu düz bir doğrusal bir şekilde gerçekleşmiyor. Tony’nin gelişememesi (hatta gelişmekten korkması), Lisa’nın ölümünü hala atlatamamış olması, bu durumu daima bir şekilde muhabbetlerine sıkıştırması izleyeni yer yer sıkmakta. Fakat bu da oldukça gerçekçi. Çünkü Tony arkadaşımız olsaydı muhtemelen omuzlarından tutup “Yeter artık kendine gel!” ya da bıkkın, ama sabırlı, bir şekilde milyonuncu kez “Anlat dostum dinleyelim.” derdik. Kaldı ki eminim sevgilisinden ayrıldığında bile Tony’den beter olup bizleri bıktıran arkadaşlarımız olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında hala tökezlemesi, akşamları eşinin videolarını izlemesi, kendisine acıması ve ilerlemekten korkması oldukça anlaşılır bir durum. Tony için aslında ideal olan zamanı geriye döndürmektir. Dönmüyorsa bari mümkün olduğu kadar konuda her şey aynı kalsın; tıpkı aynı günü tekrar tekrar yaşar gibi (“Groundhog Day”). Çünkü bu noktada acı tanıdık ve başkalarının yanındayken saklanabilir halde. Yanlış bir şey yapma korkusundan ötürü yaşadığı panik ise hiçbir şey yapmayarak kontrol altında tutulabilir seviyede. Dolayısya aslında Ricky Gervais ikinci sezonda “tekrara düşmekten” çok yazar, yönetmen ve başrol olmanın verdiği özgürlükle izlemesi uzun fakat doğal seyrinde giden bir süreci anlatıyor. Aynı özgürlüğün bütçe kaygısı olmadan önceden özellikle seçilmiş Iron & Wine, Carpenters, Sufjan Stevens, David Bowie gibi isimleri barından muazzam bir müzik listesine yansıması Tony’nin yolculuğuna ayrı bir boyut eklemiş.
Sonuç itibariyle After Life ikinci sezonu ile öteye değil derine doğru ilerledi diyebiliriz. İlerleyişin keyfini çıkarmanız dileğiyle, keyifli seyirler.