Yirmi dakikalık bölümlerden oluşan ‘The Good Place’, öldükten sonra Michael (Ted Danson) isimli bir melek tarafından karşılanıp cennette (“iyi yer”) olduğunu öğrenen Eleanor Shellstop (Kristen Bell)’un kısa bir müddet sonra bir sorun olduğunu ve aslında iyi yere kazayla gönderilmediğini anlaması üzerinde temelleniyor. Dizi, Eleanor’un kimseye durumu farkettirmeden cennetteki ortama uyum sağlayabilmek adına, iyi yerdeki komşusu ve ruh ikizi olan etik profesörü Chidi Anagonye (William Jackson Harper)’den ahlak dersleri alması ile sabır gerektiren muazzam bir dizi haline dönüşmeye başlıyor. Sabır gerektiriyor çünkü bu dizideki hiçbir ayrıntı, hiçbir karakter, gönderme veya söz rastgele değil. Hepsinin bir sebebi ve önsemede bulunduğu noktalar var. Nitekim özeti ile oldukça sıradan ve klişe bir ahiret komedisi olacağını düşündüren ‘The Good Place’; ‘The Office’in Amerikan versiyonundan, ‘Parks and Recreation’dan ve de ‘Brooklyn Nine-Nine’dan tanıdığımız Michael Shur’un yapımcılığıyla eleştirmenler tarafından yeni bir soluğa ve farklı bakış açısına sahip kaliteli bir sitcom olarak tam not almayı başarmış bir yapım.
Diğer sitcomlardan farklı olarak görülmesinin sebebi ise Shur’un diğer dizilerinde de varlığı aşikar olan arkadaşlığın, işbirliğinin ve de ilkelerin önemine yapılan vurgunun ‘The Good Place’de başka bir boyuta geçiyor olması. Hem de tam anlamıyla! Çünkü bu dizinin hayatın ötesinde geçip güldürmekten daha fazlasını yapan “İyi nedir?”, “Kötü nedir?”, “Hayatın bir anlamı var mıdır?”, “Özgür irade diye bir şey var mıdır?” gibi yüzyıllardır tekrarlanan ve insanları kendilerini sorgulamaya iten soruları var. Bu soruların cevaplarını bulma yolunda ise komedi unsurlarını o kadar sıradan ve aşırıya kaçmadan sunuyor ki teoride muazzam derecede ağır ve sıkıcı olma ihtimali taşıyan Kierkegaard, Aristotales, Descartes gibi filozofların düşünceleri dizide pratiğe dönüşüp felsefe merakı uyandırıyor. Dahası hikayenin bu dünyada geçmemesi ve de insanüstü güçlere nail olan varlıkların kurguda yer alışı sayesinde özellikle “The Trolley Problem”, “Existential Crisis”, “The Worst Possible Use of Free Will” isimli bölümlerde olduğu gibi felsefenin denenmesi, gözlemlenmesi her zaman mümkün olmayan sorularını kağıt üzerinden alıp yaşanabilir hale getiriyor. Bu süreçte de kitaplarda yazanlar ile günlük hayatın gerçekleri arasındaki ayrımı oldukça başarılı bir şekilde işliyor. Bu da insan doğasını şekillendiren, hayatını anlamlı hale getiren şeylerin neden biricik olmadığını çok daha anlaşılır yapıyor.
Dizinin bir diğer güzelliği ise insan doğasının içinde bulunduğu ortam mı yoksa sahip olduğu genler tarafından mı şekillendiğini sorgulayan ikilemi yalnızca birbirinden oldukça farklı olan ve her biri ayrı ayrı derinliğe sahip olan baş karakterlerin uyumu (bazen de uyumsuzluğu) üzerinden izleyicilere sunması. Chidi’nin ahlak pusulasının sağlamlığı ile çevresindekileri çileden çıkartması, Eleanor’un iyi olma çabası gösteren bir baş belası oluşu, Tahani Al-Jamil (Jameela Jamil)’in takdir edilmeyi isteyen yüksek sosyete kızı halleri ve de Andy Dwyer’ı aşırı derecede andıran Jason Mandoza’nın (Manny Jacinto) saflığı Michael Shur’un diğer dizilerindeki karakterlerde olduğu gibi uyumsuzların uyumuna dönüşüp oldukça başarılı bir kimya meydana getiriyor. Ancak dizinin art öyküsünde yer alan sağduyu ve ahlak konuları sadece insanlarla kalmıyor. Çünkü dörtlünün ve Michael’in iyi yerdeki yardımcısı olan bir karakter daha bulunuyor: Janet (D’Arcy Carden). Kendi deyimi ile ne bir insan ne de bir robot olan Siri-vari Janet’in hikayede kendine giderek daha fazla yer bulması ile esasında yapay zekaya, kendi iradeleri olup olmadığına ve hatta duyguları olup olmadığına ilişkin ahlak soruları da gün yüzüne çıkıyor. Dizinin tek sorunu ise karakter gelişimlerinin oldukça hızlı ilerliyor olması. Ancak bir sezonunun yirmi dakikalık 12-13 bölümden oluştuğu düşünüldüğünde bu durum da mazur görülür bir hale geliyor.
İlk sezonu ile “What the Fork!” dedirten, ikinci sezonu ile hikayesine ve ahlak derslerine Chidi’nin sınıfı dışında da devam eden, üçüncü sezonunda insan doğası hakkında düşündürten The Good Place, televizyonda görmeye alıştığımız dizilerin, haberlerin, günlük sıkıntıların arasında oldukça rahatlatıcı ve bir o kadar da eğitici bir seçenek olmasıyla övgüyü hak ediyor. Dördüncü sezon onayını da alan dizi, izleyicisini karşılığında herhangi bir çıkarları olmasa da iyi olmaya 2019’un sonlarında kaldığı yerden edecek gibi gözüküyor.